Menu
ÖMER FARUK TEKBİLEK'LE SÖYLEŞİ
Söyleşi • ÖMER FARUK TEKBİLEK'LE SÖYLEŞİ

ÖMER FARUK TEKBİLEK'LE SÖYLEŞİ

Ömer Faruk Tekbilek, Adana’da doğdu, 1976 yılında Amerika’ya yerleşti. Halen orada yaşıyor. The Sultans müzik gurubunun kurucusu. Küçük yaşlardan beri Sufizm ile ilgileniyor. Tekbilek, bir çok çalgı kullansa da (ney, bağlama, kaval, davul, zurna, bendir,ud, darbuka, cura vs.) o, öncelikle çalmayı ibadet sayan bir neyzen. Tekbilek, Fatih Ali Khan, Hossam Ramzy, Peter Erksin, Arto tunçboyacıyan gibi müzisyenlerle de çalıştı.

-Kimine göre sanat, hayatımızdaki o derin boşluğu dolduruyor, kimine göre ise boşluğu iyice derinleştiriyor. Peki Ömer Faruk Tekbilek hayatı ve sanatı nasıl algılıyor?

Hayatın gerçek manasının, kendimizi, gerçek benliğimizi tanımak olduğuna inanıyorum. Ve bunu gerçekleştiren en kestirme, en direk yol ise sanattır. Sanatımız vasıtası ile kendi öz benliğimize giden bir köprü kurar ve edindiğimiz tecrübelerle şahsiyetimizi geliştiririz. Eğer sanat, müzik gibi en yüksek şekilde yaşanıyorsa, o zaman, hayatımızın nasıl dopdolu olduğunun ve boşluk diye bir şeyin olmadığının bilincini yaşarız içimizde.

- Müziğimizin ana damarlarından birini Tasavvuf Müziği oluşturuyor. Tasavvufun, aşkın ve hüznün hayatınızdaki yeri nedir?

Yaradana hayranlık duygusuyla dolu ve O’nun ismini şükürle anan bir kalbin sahibi oluşumun, bana çok küçük yaşta verilen en kutlu hediye olduğunun, hep farkında olarak bu günlere geldim.
“Gönlüme bir bahçe açılır senle olunca/Kalbime bir perde çekilir sensiz kalınca” sözleri ile hayatın, O’nu andıkça mutlu, O’nu unutunca da, puslu ve şüphe dolu bir yaşam olacağının gerçeğini hep yaşadım.

- Müziklerinizi dinlediğimde, hayatı bütünüyle kucaklamaya çalıştığınız hissine kapılıyorum. Böyle bir tutkunuz, idealiniz var mı ve anlamlı her şeyin anlamını yitirmeye başladığı, insanların daha da yalnızlaştığı bir çağda, hiç anlamsızlık çukuruna düştüğünüz oluyor mu?

Ben hayatın her anın ve her şeklinin kutsallığına inanıyorum. Gönül, hep O’nla dolu olarak, yapılan şey ne olursa olsun, o anı tam manası ile başka bir şeyi düşünmeden yaşayabiliyorsa, o zaman biz hayatın gerçeğine varmışızdır. Onun için albümlerimde tek yönlü değil de, her türde müzik yaparak, hayatın bir bütün olarak yaşanması gerçeğini yansıtmaya çalışıyorum. Bunun en yüce şeklinin de müzikal tiyatro formunda olacağını hayal ediyorum. Yalnızlık ise, aslında ‘kendimizle olamadığımızdan dolayı’ meydana gelen bir şeydir.
Şükürler olsun, kendi ismini andırarak bizi yalnız bırakmayana...

- Birçok yazar ve şairin hayatında,müziğin önemli bir yeri vardır.( Mesela Fransız şair Baudelaire, konuşma yeteneğini yitirdiği ve yatağa bağımlı yaşadığı bir dönemde, sevdiği bir müziği duyunca ağlamış. Hiçbir şeye tepki veremeyecek kadar hasta olmasına rağmen, müziğe tepki vermesi oldukça anlamlı aslında.) ben de enstrümantal müzik dinlemeye başladığımda, müziğin dilinin güzelliğini fark ettim. Şimdi sözcüklerin,müziğin çağrışımlı dilini öldürdüğüne inanıyorum. Siz dil ve müziğin dili arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Müziğin kendi lisanının çok daha evrensel olduğu elbette ki doğrudur. Ama yazılan sözler hakikaten gerçek manada bir şiir olarak hayat ve kendimiz hakkında bir mesaj veriyorsa, o zaman müziğe de zenginlik katarak, fikir yönünden de katkıda bulunup insanlara yön verebilir. Fakat yine de inanıyorum ki müziğin dilini çoğu zaman yalnız bırakıp, pek sık olmadan söylemek lazım.

- Amerika’da yaşıyorsunuz ve müziklerinizi bir çok kültürden yararlanarak üretiyorsunuz. Türkiye’de uzun yıllardır süren Doğu Kültürü- Batı Kültürü ayrımı ve tartışması var.Kültürler arası böyle kesin bir ayrımın varlığına katılıyor musunuz? Ve Amerika’dan, Doğu nasıl gözüküyor?

Dünya kültürünü Adem oğullarının nesiller boyunca edindiği deneyim birikintisinin, bir insanlık tarihi hazinesi olarak bize gelişi şwklinde görüyor ve her milletin bundaki payının sadece gök kuşağındaki renkler misali gibi, kısmi olduğuna inanıyorum. Enerjimizi ve zamanımızı öteki renklerin kendimizinkini mukayese ederek harcayacağımıza, önce
içinde doğup büyüdüğümüz kültürü en iyi bildiğimiz yöntem olarak iyice hazmedip, ondan sonra diğer renkler hakkında bilgi edinmek lazımdır diye düşünüyorum. İnanıyorum ki bütün kültürlerin özü, insanın kendisiyle, evren ile ve de Yaradan’ı ile olan ilişkilerinden meydana gelmiş bir deneyim hazinesidir. Kendi kültürümüzü en iyi bildiğimiz şey olarak koruyup öğrenmek kadar, insanlığın bu günlere getirdiği bütün kültür şekillerini de takdir edip onlara gereken değeri vermeliyiz. Çünkü netice olarak Allah’ın dini birdir ve o da sevgidir. Yaradan ile irtibat kuran herkes, gönlünde duyduğu fısıltıyla doğruyu bulur ve yaratılanları da yaradan dan ötürü sever. Allah’ın ermiş kulları demediler mi;” yetmiş iki millete bir gözle bakmayan bizden değildir” diye.
Amerika’dan Doğu’ya baktığım zaman maalesef insanların büyük çoğunluğunun enerji ve zamanlarını başkalarını tenkit ederek ve de onların yanlış olduğunu ispatlamakla harcadıklarını görüyorum. Yanlış olanı herkes zaten hissediyor; kendimizdeki güzellikleri ve doğru bildiğimiz şeyleri anlatıp izah etmek lazım.

- Müziğin ve dünya müziği içinde Türk Müziği’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Müziğin tanımını, “titreşimin ilmi ve sanatı” olarak algılıyorum .Evrende var olan her şey titreşimlerden ibaret olduğu için, müzik etrafımızda her an oluyor zaten .bizim algı derecemiz arttıkça, duyma ve de duyurma kabiliyetimiz de arttığından, her zamanki gibi her şey iyiye doğru tekamül edecektir, bundan hiç şüphe yok. İnsanlık şu anda ne kadar keşmekeşte görünüyorsa da, tarihte bundan daha beterleri de olduğundan, neticede insanoğlu hep daha güzele erişmenin çabasıyla yaratacak ve yaşayacaktır. Anadolu’nun eşsiz kültür mirası,müziğindeki çok zengin ritimleri ve de makam çeşitlilikleri ile insanlığın renk harmonisinde layık olduğu yerini alacaktır. Ortadoğu müziğinin enstrümanları ve de ritimleri ile dünya piyasasında yavaş yavaş kendini hissettirmesi, zaten olmaya başladı bile.

- Biraz da son albümünüz “Alif” hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Neden Alif (Elif) ?

Alif’i, arapçadan geldiği için ve de İngilizce olarak yazarken “A” kullanıldığı için Alif olarak yazdık. Alif ile Akdeniz ülkelerinin kültür beraberliğini dile getirmek istedim. Roma imparatorluğu ve Osmanlılar’ın Kanuni sultan Süleyman zamanında da Akdeniz’in etrafında olan bütün ülkeler, birbirleri ile kültür alış verişinde bulunarak, şu zamanda sarf bir ırk bırakmayacak şekilde insanlığın birbiri ile kaynaşmasının misalini verdiler. Ben insanlığın gerçek barışının, birbirini takdir ederek yaşamasının ancak müzik ile gerçekleşeceğine inanıyorum. Çünkü insan, ancak müzik dinlerken insanlığını, ruhunun aldığı hazzı ve doyumluluğu yaşıyor. Milliyetçilik insanlar arasında bir çeşit duvar çekmekte. Milliyetçilikten ziyade, Allah’ın “Allah’a inananların hepsi kardeştir.” Ayetinde öğüt verdiği gibi, hümanist olmak gerekir.

- Son olarak, Tekbilek hayatın ezgisini, ritmini bulabildi mi?

Ömer Faruk Tekbilek olarak hayatın sırrını şu cümlelerle çözdüm, hamdolsun: Sen seni bil seni ! Akıl orada! Kendine bak, nefesini seyret! Keramet onda!
Alalh’ın en büyük lütfu olan Ney’lerimin, bana hayat yoldaşı olup, beni kendimle her gün buluşturarak, nefesimle haşır neşir olmamı sağlaması ile hayatın ritmini ve de en büyük ezgisini buldum. İmam Gazali’nin dediği gibi: “ Ey oğul, her şeyin ister istemez Allah’ı tesbih ettiği şu evrende Allah’ın ismini tekrarlayan kalbe sahip olmaktan daha yüce mertebe yoktur.”
Allahü ekber ve lillahil hamd!

Kırklar Dergisi, 22. sayı

Diğer Yazıları