Menu
MEALİN ANLAM KARŞILIĞI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • MEALİN ANLAM KARŞILIĞI

MEALİN ANLAM KARŞILIĞI

Meali anlamak için yola çıkmadan önce çeviri kelimesinin tam olarak ne anlama geldiği üzerinde durmalıyız. Çeviri(tercüme); kaynak dilde yazılmış olan bir metnin amaç dilin metnine çevrilmesidir. Çeviride bir yandan kaynak metnin çözümlemesine gidilirken, bir yandan da ortaya çıkan anlamı amaç dilde karşılayan en uygun metin oluşturulur. Bir metnin içinden anlamı zedelemeden çekebilmek ve o anlamın kaynak dildeki etkisini benzeriyle amaç dilde yeniden oluşturabilmek o çevirinin olgunluğunu gösterir.

Ancak bir çevirinin mükemmelliğini zorlayan nedenler vardır. Sözgelimi dillerin yapısal farklılığı ile toplumların tarihsel zeminlerinin; sosyal yapılarının, dünya görüşlerinin, kültürlerinin ve edebi zevklerinin farklılığı gibi konuların çeviriyi zorlayan konulardan bazıları olduğu bilinir. Özellikle kaynak dilin karşılığı olan kültürün belirgin şekilde öne çıkmış olması, her hangi bir kavramın diğer dilde karşılık bulamaması, o kültüre özgü deyişler, o dile ait biçimsel farklılıklar, dil oyunları, uyak-ses yapıları, o topluma has anlayışlar ve hatta mizah anlayışına varıncaya dek karşılaşılacak birçok durum her çeviride yaşanabilen zorluklardır/müşkül taraflardır.

Üstelik bir de çevrilmesi düşünülen metin kendine özgü ve edebi üstünlüğü olan bir metinse çevirinin daha da zorlaşacağı takdir edilmelidir. Öte yandan zorluklarına rağmen çeviri gerçeği evrensel yazıtların(yapıt/yazı/eser/kitap) olmazsa olmazıdır. İnsanlığın kazanımı olacak değerde anlamlar taşımaları ve mesajlarının evrenselliği nedeniyle, çeviriyi elzem kılmada başı çekenler en çok söz konusu evrensel yapıtlardır.

Çeviri tarihinin özellikle (evrensel mesaj içeren) dini metinlerin başka kültürlere aktarılma ihtiyacı ile başladığı da bilinen bir gerçektir. Bir çeviride aktarılacak olan asıl şey anlamdır ve anlamın eşdeğerliliği esastır. Fakat bu eşdeğerliliğin gerçekleştirilebilmesi için metnin biçimi ve anlamı taşımadaki işlevi göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar gereken bütün çaba harcanmış olsa da, çevrilmiş olan hiçbir ilahi metin için ideal anlamda eşdeğerlik söz konusu olamaz. İşte bu nedenle çeviri kelimesi ifade etmiş olduğu kesinlik nedeniyle tercih edilmemiş ve onun yerine meal kelimesi daha uygun bulunmuştur.

Bir yanda anlamın yegâne sahibi olan Allah vardır, diğer yanda da anlamı kalbi kalıbınca sahiplenmeye ve dilini onun yüksekliğince döndürmeye çalışan insan vardır. Aradaki uzak yüceliğin karşısında yapılmakta olana -edeben- çeviri değil, meal(yakın çeviri) denmiştir. Şüphesiz meal insanın anlama yaklaşma, bunu yaparak ta Allah’a yakınlaşma çabasıdır. Bir meal; sınırlı kavrayışıyla insanın, sınırsız anlam karşısında kaldığı hayranlıkla varabildiği yere kapanması olarak değerlendirilebilir. Bütün bu ulaşılmazlığa rağmen Anlamın Yüce Efendisi (olan Allah), ilahi anlatımını insani anlayış çizgisine yakın bir göğe çekmiştir. Bu gerçeği; mesajı insana hitaben göndermiş olmasından, okumasını istediği ilk öznenin anlayış seviyesi itibariyle toplumunun en üst seviyesinde bulunan zihne sahip bir insan olmasından da anlarız. Yani Allah, anlamı kendinden çok aşağıya/aşağı seviyeye tenzil ettirmiştir. İnsan ise onu anlayarak kendinden çok yükseğe çıkacaktır.
Kur’an Meali konusuna gelince, elimizde gönderildiği orijinal dilinde yazılmış esas/kaynak metin vardır. Bu orijinal metin dildaşları üzerinde bütün etkisini göstermiş bir metindir. Aynı zamanda bu metin evrensel bir misyona sahiptir. Bu misyonun bütün dünya insanlarına ulaştırılması gerekmektedir. Bu da onun bütün dünya dillerine çevrilmesi ile mümkün olur.

Bu orijinal ve kutsal metnin dildaş muhatapları üzerinde uyandırmış olduğu etkinin aynısını/benzerini, çevrilen dildeki muhatapları üzerinde de uyandırması beklenir. Bu anlam kıyısında var olan etkiyi karşı dile taşıyacak köprü; erek/amaç dildir. Erek dilden en güzel biçim ve anlamda köprü inşa edecek olan da çevirmendir. Bu oldukça iddialı bir amaç olsa ve ne kadar zor da olsa gerçekleştirilmesi gereken bir iddiadır.

Kuran kendine özgü kavram dünyası olan bir kitaptır. Var olan kavramlarda ya köklü bir devrim(haklı bir yıkım ve yeniden yapım) ya da var olanın çok daha güzeline, en’ine ulaşma adına ıslah/düzeltme yapıp onlara yeni anlamlar yükler ve kendine özgü bir düşünce sistemi oluşturur. İnsanı ve hayatı değişimin ve dönüşümün temel ölçeklerinden kavrar/en temel parametrelerden(değişkenlerinden) kavrar ve ona kendi hayatına Allah’ın katından bakmayı öğretir. İnsan kitapla birlikte hayata üst’ünden bakmayı öğrenir ve olumsuzlukların farkına vararak, hayatı kitaptaki kadar güzelleştirmeye öykünür.

Böylesine büyük bir iddiası olan ilahi kitabın meali de(yakın çevirisi de) diğer kitapların çevirilerinden daha zor olacaktır. Büyük edebi eserlerin orijinalinden alınan has lezzetin çevirilerinden hiçbir zaman alınamadığını düşündüğümüzde, İlahi Kitabın mealinin de aslı kadar göksel/duru/yüksek bir tat vermeyeceği sonucuna varabiliriz. Fakat bir insan o hakikate yüreğini vermek istedikten sonra, hangi dilden ve kültürden olursa olsun, bazen kitapla aynı dili konuşanların bile ulaşamadığı kadar, anlamın ta kendisine varan bir gönül dili yakalayabilir.

Kuran edebi zevki hayli yüksek bir topluma iniyorken, onların bu zevkini benzersiz bir hayranlığa cezp edecek şekilde; aynı dilde fakat kendine özgü-apayrı bir üslupla iner. Hatta gerçekliğini inkâr edenlere bir benzerini oluşturmaları konusunda meydan okur. Meydan okumayı da; mesajın eşdeğerini oluşturabilmeleri için eşit malzemeler sunarcasına bazı surelerin başlarına alfabelerinden harfleri dizerek yapar. Fakat benzeri kendi dilinde bile oluşturulamamış bu ilahi metin, anlamın parçacıkları olan harflerin sırrından öte bir güç olarak; o parçacıkları olağanüstü bir ahenkle kelimelere ve hakikati dillendiren cümlelere dönüştüren bir İlah’ın kitabıdır.

Aynı dilde bile bir benzeri oluşturulamayacak ilahi metnin, farklı bir dile çevirisinin daha zor olacağı da ortadadır. Henüz bir dil ayrılığı söz konusu değilken, “anlam”ın kendisi ile anlamın anlaşılma şekli arasında dahi fark olabiliyorken, o anlamın farklı bir dile, kültür ve anlayışa aktarılması durumunda ortaya çıkan anlaşılma şekli doğal olarak daha farklı olacaktır. Bu konuda peygamber sav in çevresini saran anlam arayışçısı arkadaşlarının dillerinden düşürmedikleri sözü delil getirebiliriz. Onların olgunlukla takip ettikleri bir sıra vardı ve sıranın sonunda akıllarını kalpleriyle noktalayarak şöyle derlerdi; “Allah daha iyi bilir…”Bu cümlenin anlamı; Rabbin dediğinden yola çıktık, peygamber’e danıştık, akıl yürüttük, bütün bunların ışığında varabildiğimiz en son anlam/hakikat budur. Her ne kadar bizim anlayabildiğimiz bu ise de, asıl anlam; asıl doğru/hakikatin kendisi Allah katındadır, diyebiliriz. Bu cümle insan zihninin kapasitesini sonuna kadar kullanıp, son raddede Allah’a teslim olmasını ifade eder. Anlam/hakikat hiç bir zaman tam olarak ulaşılamayacak bir yücelikten gönderilmesinden/gelmesinden kaynaklanan gizemini korur. Bu gizem bizim çaresizliğimizi/aczimizi yüzümüze vuran ve bizi durduran bir güç olmaktan öte, gücümüzün ardından iterek bizi destekleyen/ gücümüze güç katan kutsal bir itkidir. Hakikat/anlam bu ulaşılmazlıkla hiçbir zaman cazibesini kaybetmez. Hakikat ulaştıkça kaybolan bir ufuk çizgisidir. Saklandığı kadar aşikâr, aşikâr olduğu kadar da gizemli haliyle insanı peşine düşüren ve bilmediği yükseklere çağırandır. Kitabın satırları o ufka çekilen çizgiler gibidir. Kitap bu nedenle çağlarca okunan, anlaşılmaya çalışılan ve dolayısıyla meallerinin yazıldığı bir kitaptır.
Bütün bu cümlelerle çevirinin mümkün olmadığını değil, söz konusu ilahi metin için mükemmel bir çevirinin/iyi bir meal yazmanın zorluklarını dile getirmiş oluruz. Bütün bu açıklamalar meallere bakış açımızın sağlıklı olması adına yapılan açıklamalardır. Meal okurlarına gelince, ilahi anlama gönül vermiş her insan dil ayrılıklarından kaynaklanan kimi uzaklıkları, mesajı anlamada göstereceği duyarlılık ve samimiyetle aşabilir.

Bu kitabın evrensel bir kitap olduğuna inananlar, mesajının da herkesçe anlaşılabilecek bir mesaj olduğunu kabul etmelidirler. Anlaşılması için mealler oluşturulan yüce kitabın, en çok da anlaşılma arzusuyla ona yürek verenlere kendini; yüce anlamını/mesajını vereceğine hiç kuşkumuz yoktur. Nihayetinde her insan kendi zihninin izin verdiği son basamağa çıkar ve o basamak o insanın en üst basamağı olur. Samimi bir anlam arayışı ile meal okumak, insanı o mealin anlama yakın çeviri olması noktasından alır ve anlamın kendisine ulaştırır. Miraç; yükseliş merdiveninde gelinen son nokta; “yay aralığının” veya kalan bir adımın başlangıcı olan noktadır. Herkesin Yüce Allah’ın yanına varan son adımı kendi yürüyüş gücüyle alakalıdır. Son adıma götürecek olan şey; samimiyetle hakikati aramaktır. Meal yetkin bir çabanın; adımın göstergesidir. Meal okumak ise bu yetkinliğin yanı sıra kendi zihinsel çabasını da ortaya koyarak hakikate doğru yola koyulmaktır.

Mesajı anlayabilmede samimiyetin önemi kitabın kendisinde anlatılan bir olayla örtüşür. Abese suresinde; görme engelli bir insanın peygamber Muhammed’e(sav) mesajı kendisine anlatması için koşarak/iştiyakla/içten gelen samimi bir çaba ile gelmesinden söz edilir. O sırada peygamberin yanında, koşarak gelen o kişi ile aynı ortamı paylaşmaya katlanamayacak olan statü sahipleri bulunmaktadır. Peygamber as bu durumdan rahatsız olur ve rahatsızlığını ister istemez yüzüne yansıtır. Yüz ifadesinden anlaşılan bu olumsuz tablo ise Yüce Allah tarafından yadırganır/kınanır ve Yüce Allah Abese suresindeki o bölümde “içten gelen samimi bir çaba ile mesajı öğrenmeye koşan” a karşı göstermiş olduğu tavrının doğru olmadığını, mesajı anlatma gayretini en çok o samimiyetin hak ettiğini açıklar. Bu tarihi olaya dayanarak her ne kadar dil ve kültür ayrılığı bir engel olarak karşımıza çıksa da, hem reel çabalarımızla, hem de mesajı anlamaya olan iştiyakımızla bu engelleri aşabilecek gücü elde ederek asıl anlama/anlamın hakikatine/anlamın aslına erişebileceğimizi söyleyebiliriz.

Reel çabalarımız neler olabilir dediğimiz zaman; öncelikle bu konuda gösterilmiş olan bütün değerli gayretleri saygı ile karşılamamız ve bu sancılarla doğmuş bütün eserlerden gücümüz oranında yararlanmamız gerektiği söylenebilir. Ülkemizde bu konuda yazılmış olan çok sayıda meal ve “bilgi ve yorumlarla etraflıca açıklama/geniş açıklama” anlamına gelen tefsirler mevcuttur. Dilimize ve anlayışımıza kazandırılmış olan bütün bu eserlerin içinden kavrayışımızı ve anlayışımızı en iyi karşılayanıyla yola çıkabiliriz.

Bu yola çıkmada gösterilebilecek en gerçekçi çaba anlamlı bir yola çıkıyor olduğumuzun heyecanıyla bir mealin önüne oturmak ve ilahi satırların arasında hakikati aramaktır. O herkesin aradığı ve belki de insanın hayat öyküsünün tek konusu olan hakikati başka pek çok şeyde ve yerde de arayabiliriz ve onu her nerede olursa olsun bulmak için yaşamak anlamlıdır. Ancak onu bu satırlarda; yani gerçekten olduğu yerde/tam olarak bulunduğu yerde aramak doğru sonuçlar verecek yerinde bir çabadır.

Hakikat herhalde en çok ve yoğunlukla kendi evindedir. Fatiha; büyük kapı hakikate açılır. Hakikatli bir hayat yaşanır bu ev-ren-de. Çıkış kapısı ise Nas’tır. Sonrası yukarıya doğru, bilindikçe bilinmeyen, masmavi bir derinlik…

Diğer Yazıları