Menu
BİR KADIN SEVERSE NELERİ KAYBETMEYİ GÖZE ALIR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • BİR KADIN SEVERSE NELERİ KAYBETMEYİ GÖZE ALIR

BİR KADIN SEVERSE NELERİ KAYBETMEYİ GÖZE ALIR

Evleri topal sandalyelerle görüyorum uzaktan. Haliç’te boyası düşük bir sandalın mutlu tipli bir martısıyım. Rüya görmeyi pek beceremeyen benin, sinema filmlerine düşkün olduğu meçhul bir bilgi değil. Seyrederken reel tünelden çıkmıyorum böylece. Yönetmeni Bruno Nuytten olan 1988 Fransa yapımı “Camille Claudel” adlı filme yapıştım bu sefer. “Bir kadın severse neleri kaybetmeyi göze alır?” sorusunun cevabını izleyenlerin yoğun ilgilerini alarak veriyor hepimize. Isabelle Adjani Camille’yi, Gerard Depardieu ise Rodin’i canlandırıyor bu filmde.

Taşlar da acıkır. Her nesneye ruhu üfleyen bir el gerektir. Camille ailesinde babası tarafından nazlandırılan, annesinin dışladığı mermer çocuktur. Belki de kendisinin karşı konulmaz iradesini anlatıyor mermeri yontarak. Tagore nerdesin? Bir aşk hikayesinde şekilllenen varoluş tepkimelerini nasıl anlatırsın. Bir tiryaki gibi değiliz. O’nsuz olamayacağımız bir şey yok. Başımız sağolsun. Söyle ne dedin, sen de mi şu görüştesin: ”Yalnız sanatçılar mı gerçekten aşık olur?”

“Bırak aşkın gözü kör - aransın dursun / bir başına yanadursun lamba evde”

Rodin tanınan, bilinen, ödüllü, müsadeli, paralı iken, Camille aralarında 28 yaş olmasına rağmen, zamansal anıtları aşıp, ona kaptırmıştır kendini. Vücudunun diğer yerlerini yontunca hemen yakalanacak hissinden midir nedir? Adamının ayaklarını yontmuştu. Aşıktı, dosttu, ama ayağına bakmıştı yaralanmadan. Rodin, ellerindeki kâmusu görmüştü onun. İçerden konuşan bir şeyle sanatın değirmeni dönüyor. Bunu nasıl anlatacak soğuk taş? Kapitalist Rodin, gözyaşının taşı eritebildiğini anlayacak mıydı.

Bir küçük kız, annesi ve toplumunu daha sonraları dindar şair kardeşini de karşısına alarak, alkışlanan her şeyi terk ederek, kendisinin hiçe sayılışına aklını hediye ederek cevap vermişti. 1913 sıraları akıl hastahanesine kapatıldı. 30 sene orada yaşayıp, bitirdi zorunluluğunu. “Rodin yüzünden”cevaplarına herkes öksürmeli cevaplar verse de, aslında varlığının müsebbibi olarak Rodin’i bellediğini de topluma haykırıyordu.

isabelle_adjani_camille_claudel_uk_dvd_coverDayanılmaz, karşılıksız, sadakatsiz bir duruma yakalandı Camille. Arzuladığı onun değildi. Bir de üstüne 19.yy kadınların yetenekli olsalarda sanat üzerine eğitim almalarını uygun görmüyordu.Kadına yasakdı oyun oynamak. Durmaz yerinde ,sadece kadınların yer aldığı bir atölye bulur kendine ve Rodin’le o sırada tanışır.

Camille gece yarısı şehrini kazar, ayak bastığı yerden bavuluna çamurunu koyar, saatlerce gördüklerini heykeller. Çamur yiyen kız, Rodin yüzünden kendisine çamur atılmasını “her şey aşktan” deyip hoş görecektir. Ellerinde bir ruh sürükler varlığını. Devirerek kuralları anca Rodin’in çırağı olarak anılmıştır(!) Bu ne tersliktir. Topluca “erkek” ya da “paralı erkek” tanrı seçilmiştir. Ah güzel kız, soğurmaların ne işe yaradı? Bedel ödeyerek kazanılan namın, yaşanan acıyı geçirmediği kesindir. Şimdi tüm dünya el ele olsa, tarihin yalancılığı ortadan kalkacak mı?

50 yaşına kadar tek başına parasız bir şekilde aç ama çamuruyla mermeriyle beslenerek Paris’te Eugene Blot galerisinde sadece 15 heykeliyle bir sergi açmıştır. İçindeki tekmelerden dolayı tüm heykellerini, kırmış nehre atmıştır. “Siz beni anlamadınız dünya, size benden bir iz bırakmak, kendimi alaylamak olur”dercesine delirerek uzaklaşmıştır saçma tutuklulardan.

Kardeşi Paul’e yazdığı mektuptan bir kesit şöyledir:

“Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar… Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar…”

camille_claudel_3636638817772e42b59d74cff571fbb3“Eve geri dönmeyecek miyim Paul?” Sözleriyle, ait olabileceği hiç bir şeyin olmadığını bağırıyordu. Yersiz, yurtsuz, Camille. Şimdi Paris’teki Rodin Müzesi’nin en alt katında küçük bir odada Camille’nin heykelleri sergilense ne olacak? ”Alt kat “ olmak istememişti çamur yiyen. Bu yeryüzü hep tamlama ile yaklaşıyordu insanlara. Şunun kızı, onun kocası, bunun karısı, onun yanında çalışmış...

Anne Delbee’nin yazdığı “Bir Kadın” adlı kitabı da filmin peşinden sürüklemeliydim. Tagore susmuyordu dibimde:

“Ben hep ayaktayım seni bekliyorum

Benim gölüme gel testini dolduracaksan

Göreceksin sularım ayaklarını öpecek

Aşkımı anlatacak, göreceksin

Bu gölgesi kumlara vuran yağmur bulutudur.

...

Ben hep ayaktayım seni gözlüyorum

Benim gölüme gel testini dolduracaksan

Tüm bayırı yaban çiçekleri sardı

Taze çime otur, yüzüne peçeni vurma

Sularım seni bekliyor bakıp düşe dalacaksan

Ben hep ayaktayım seni bekliyorum”

Belki de Balzac heykeli bile Camille’nindi. Biliniyordu elbette, mermerin yontma kısımlarını aşık çırağına yaptırdığı. Bilsinlerdi ilk önce kadından geçiyordu yaratılış. Adını kaybeden kadınlar ne çoktu. İsminin üzerine oturulan, kullanılan.

Sadece onun olmak mümkün müydü ? Ya da Rodin her şey bir tarafa sen bir tarafa diyebilir miydi.

Kadın ne çabuk geçiyordu kendiliğinin üstünden.

Ayaklarıyla çiğniyordu özbenliğini.

[email protected]

(SİNEMA TERSPEKTİF DERGİSİ)