Menu
ENKAZLI
Öykü • ENKAZLI

ENKAZLI

-Sorumu kaybettim beni duyuyor musun anne?

-O zaman yaşaman mümkün mü kızım?

Elindeki tespihin boncuklarında altmış ikiye kadar gelip geri dönüyordu. Sonra baştan başlıyor fakat altmış ikiye gelince tekrar geri dönüyordu. Bekledim. Birkaç kez tekrarladı bunu. Fark ettiğimi fark ettirmedim.



Unutmak çoğu zaman yaptığı birçok şey kadar basit değil. Ve hayat bir takatukacı dükkanı da değil. Yaşamak bir tekerleme gibi döner. O döner sen yaşarsın, o döner sen yaşamazsın. Sonra? Hiçbir şey. Genel olarak en çok olan şey budur. Şu an iyi zanda mı bulundum kötü zanda mı şüpheli. Bilincim çoğu zaman bir akıntı halinde. Zem! Zem! demeyi de bilmediğimden bilincimi biriktiremedim. Bir kuyusu da yok. Kaynağıysa süper egolarımın çok daha altında.

Hayır; uykuda değildi.

Hayır! Uykuda değildim.

Uyuyamadım. Unutmak için yollar arıyorum. Yine de aramakla bulunmuyor unutmak istediklerimin yolu. Islak çamaşır kokuyor oda. Yerde farklı farklı köşelerde ve farklı renklerde eşlerinden ayrılmış kimi ters kimi düz birkaç çift çorap. Kirli mi temiz mi anlaşılamayan.

Beyin boşluklarıma çimento döküldü. Sağ kısım işlevselliğini yitirmiş. Dolayısıyla vücudumun sol kısmı betonlaşmış. Enkaz altında biri olarak kabul edildiğim için ya da enkaz altından çıkarıldığım için bana Enkazlı diyorlar. Kendimi tanıttım. Tanıştığımıza memnun olmayın yine de siz. En doğrusu bu. Tanışmamak. Tabi ki yaralar ve bereler geçmedi. Zamanla geçer. Kan pıhtısı gibi bereleşir ve iyileşir.

Çalışan sağ tarafım sebebiyle sağlığım yerinde diyorum. Solluğumu sormuyorlar zaten. Solluğum enkazlı demiyorum bu sebepten. Enkazlı olduğumu doktor söyledi. Kendi tespitim değil. Mardinli, Adanalı, Çatalcalı olmak gibi bir şey değil bu. Daha başka birşey. Neyse sorunumuz da bu değil. Kimse bunu sorun etmiyor. Ben de etmiyorum.

Kendi dünyamda üç gün önce bir şey oldu. Aslında görünürde bir şey olmadı. Fakat görünmeyende olan, varlığını çok fazla hissettiriyor. Şiddetli baş ağrısı yapıyor daha başka şeylerde. Üç gün önce. Kendisini daha önceden tanıdığım biriyle tanıştım. Kendisini önceden tanıdığımı bilmiyor. Tanımıyormuş gibi yaptığımı söylememe gerek yok zannediyorum.



‘’Başın sağ olsun’’ diyor.

Cevap vermiyorum.

Yüzüne bakıyorum. Gözlerine. Gözleri için hisli bir dilek tutmuştum çok zaman önce. ‘’ Gözlerimin rengini doğru söyleyeceksen gelme’’ diyordu soyadı karanlık bir yazar. Gelmişti ama vakitsizdi. Eksiktim. Renk renk uçurtmalar yoktu artık gökyüzümde ve aramızda yaşayan inatçı, güçlü bir sessizlik vardı.

Benim aklımdan eksilen tahtalarla onun aklındaki hangi boşluğu doldurabilirdik bilmiyorum. Bazen olmadık yerde olmadık sözler ediyorum. Olmadık şeyler yaptığım da oluyor hiç beklemediği. Afallıyor. Sohbeti hoş bir kahvenin hatırası olmadı hiç aramızda. Her sancının hikayesi göz yaşıyla başlar. Sondan başlar her şey. SONsuzda olduğu gibi.

‘’Hastanede’’ diyor ne kadar kaldı. ‘’altmış iki gün’’ diyorum. Aynı anda bir şey soracak gibi oluyoruz.

Çarpışan iki soru birbirinin üzerine devriliyor. Susuyoruz.

Sorumu kaybettim diyorum. Beni duyuyor musun?

Susuyoruz.

Sorumu kaybettim diyorum. Beni duyuyor musun?

Konuşmuyoruz.

Başlamam mümkün mü anne?

Susuyoruz.

Yaşamam?

Susuyoruz.

Diğer Yazıları