Menu
HÜSEYİN SU İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • HÜSEYİN SU İLE SÖYLEŞİ

HÜSEYİN SU İLE SÖYLEŞİ

`Edebiyat yarının tarihini yazar`

Hece Dergisi Yayın yönetmeni Hüseyin Su ile HECE`yi Selçuk Küpçük konuştu, söyleşti. HECE`nin kuruluşu, bugünü ve yarını ile yaslandığı temel dinamikler bu söyleşide…

"Günümüzün edebiyat, dergi ve yayın ortamıyla hem zenginleşmeye hem bu ortamı katkılarımızla zenginleştirmeye hem de bu ortamın âfetlerinden korunmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi başkalarının yaptığı iş üzerine ve başka hayatlar üzerine her zaman daha kolay konuşur insanoğlu; kendi yaptığı iş ve kendi hayatı söz konusu olunca da o kadar kolay konuşup ahkâm kesemez."

"Edebiyat, düşünce ve kültür hayatımızda belirleyici dergilerden çok azı Ankara’da yayınlanmıştır bugüne kadar. Bu, esefle karşılanacak bir durum değil elbette. Hatta, belki size şaşırtıcı gelebilir, Ankara’da yayımlanan iki derginin ve bir yayınevinin yöneticisi olarak böyle olması gerektiğini düşünüyorum. "

Kültür ve Sanat servisi olarak her pazar bu sayfada bir söyleşiye yer veriyoruz. Geçen hafta edebiyat dergilerinden Karagöz’ün yayın yönetmeni Hakan Şarkdemir’i konuk etmiştik. Bu hafta yine Ankara merkezli bir dergiyle, HECE ile devam ediyoruz. Yayın yönetmeni Hüseyin Su ile HECE’yi Selçuk Küpçük konuştu, söyleşti. HECE’nin kuruluşu, bugünü ve yarını ile yaslandığı temel dinamikler bu söyleşide…

SÖYLEŞİ: SELÇUK KÜPÇÜK

-Hece dergisinin Ocak 1997 yılındaki ilk sayısı büyük ilgi gördü ve ardından ikinci  defa basıldı. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

-Takdir edersiniz ki üzerinden on beş yıl geçen bir edebiyat olayı bugün sözünü ettiğimiz. Hece dergisinin ilk sayısıyla birlikte doğan bir çocuk bugün on beş yaşında ve lisede okuyor; belki de bir Hece okuru; kim bilir belki de Hece’ye yazdığı öykülerini, yazılarını, şiirlerini yolluyor artık... Hece’nin on gün içinde iki baskı yapan ilk sayısı, bugün yayımlanan dergilerden on tanesinin toplam baskı sayısına denkti. Aslında sorunuzun doğru cevabı, her geçen gün yazarından yayıncısına edebiyatçılar eliyle biraz daha itibar kaybına uğruyan/uğratılan edebiyatmızın serüveniyle açıklanabilir bir durum. Zamanın ruhu dedikleri esintinin, en zor, en son etki edebileceği yer, belki de kalemle kâğıdın arasındaki ilişkiydi ama yeterince nüfuz etti oraya da. Sözünü ettiğiniz ilgiyi oluşturan iki taraflı bir etmen sözkonusu burada. Birisi okur, diğeri de yazar tarafından oluşturulan ve her ikisinin de edebiyat ortamında, kalemin yüklendiği ve aynı zamanda okura ve yazara yüklediği sorumluluk bilinciyle buluşup yoğurulan bir ilişkidir bu.

DİRİLİŞ, EDEBİYAT, MAVERA=HECE

-Hece’nin çıkış öyküsü nasıldı? Hangi gerekçelerle edebiyat dünyasına dahil oldu, kimler, nasıl bir araya geldi?

-‘Bir dergi çıkarma’nın öyküsü anahatlarıyla aşağı yukarı aynı sayılabilir. Bu söylediğimiz, genel olarak ‘dergi’den söz ettiğimizde elbette böyledir. Ne ki ‘bir dergi’den söz ettiğimizde, işte o zaman her bir derginin öyküsü farklılaşır doğal olarak. Hayat’tan söz etmekle ‘bir insanın hayatı’ndan söz etmenin arasındaki fark gibi... Diriliş, Edebiyat ve Mâvera dergilerinin düşünce, edebiyat, sanat, duyarlık, algı atmosferinde yazıyı, yazmayı ve düşünmeyi öğrenmiş, buralarda yazmış arkadaşlarımızın önemli bir kısmıyla zaman zaman bir araya geldiğimizde, dergilerin, edebiyat ve sanat ortamlarının konuşulduğunda, hep bir dergi çıkarmaktan ve çıkartılması gerektiğini düşündüğümüz bu derginin nasıl bir dergi olacağından uzun uzun söz ederdik. Bu arkadaşlarımız arasında aynı düşünce ve duyarlıkları, aynı gelecek kurgusunu ve endişesini, aynı sanat ve edebiyat görüngesini paylaştığımız hâlde yazmayan arkadaşlarımız da vardı. Ömer Faruk Ergezen ve Faruk Koca bu arkadaşlarımızdan ikisiydi; Hece’nin bütün sorumluluklarını birebir paylaştılar bizimle; omuzları her zaman bu edebiyat ve düşünce yükünün altında oldu. Derginin fiilen çıkışıdan önce (bir yıl kadar sürdü) yaptığımız bütün görüşmeler, toplantılar, bir dünya görüşü ve duyarlığını, yazarlık ve yazı bağlamını da kapsayacak, hatta kuşatacak bir sorumluluk bilinci ve anlayışıyla yapıldı. Bu bilinci ve anlayışı bizimle paylaşacak her arkadaşımızı bu yazınsal ve düşünsel eyleme katılmaya çağırdık; yani derginin düşünsel ve yazınsal görüngesi olabildiği kadar kuşatıcı olmalıydı; bunun için de ağyârını mani, efrâdını cami bir anlayışı esas aldık.

Bu bağlamda Diriliş, Edebiyat, Mâvera, Yedi İklim, Kayıtlar... gibi dergilerde yazan arkadaşlarımızın çoğunluğu Hece dergisinde buluştu: Turan Koç, Ömer Lekesiz, Arif Ay, Hasan Aycın, Ali Göçer, İbrahim Demirci, Ali Ulvi Temel, Cemal Şakar, Necip Tosun, Cahit Yeşilyurt, Ali Karaçalı, Mevlüt Ceylan, Erdal Çakır, Atıf Bedir, Ömer Erinç, Gökhan Özcan, Ömer Aksay, İsmail Karakurt, Mustafa Muharrem, Osman Özbahçe, Kamil Aydoğan, Esfer Ölüç, Süleyman Sahra, Mehmet Solak, Abdurrahim Karadeniz, Kamil Yeşil, Mehmet Erdoğan, İsmail Kılıçarslan... ilk sayımızdaki isimlerden bazılarıydı.

İSTİKRAR İSTİKRAR İSTİKRAR

-Hece, istikrarlı bir şekilde her ay okuruna ulaştı. Günümüz koşulları düşünüldüğünde bu oldukça zor bir mesele. Hece bu sürekliliği nasıl sağladı? Hece’nin okurla kurduğu ilişki üzerine de konuşabilir miyiz?

-‘İstikrar’ sözcüğünün, sorunuzla daha da belirginleşmesini istediğiniz bir dikkati gereği kadar ifade etmediğini, edemediğini düşünüyorum; bu dikkatin hem okur hem de yazarla paylaşılması sırasındaki ilişkinin salt bir yayıncılıktan, yayıncılık istikrarından daha başka anlam bağlarının olması, hatta bu bağların özellikle kurulması gerekir. Eğer bu bağlar kurulamamışsa çok kötü; eğer kurulmuşsa bu anlam bağına da istikrar diyemeyiz; dememeliyiz. Düşünce, sanat, edebiyat ve inanç bağıyla zamana karşı sağlanan bilinçli ısrar, hem mahiyeti hem de tezahürü itibariyle istikrardan çok farklı bir eylemlilik hâlidir; böyle olması gerekir. Bir derginin ‘şu gün çıkar’ ifadesiyle yayına başlaması, bu eylemlilik hâlinin bir akte/sözleşmeye dökülmesinden ibarettir; bu sözleşme için karşınızda kaç insanın olup olmadığının ve bu insanlarla yüz yüze gelip gelmediğinizin hiçbir önemi yoktur. Bu bilinçli sözleşme dikkati, sizi her zaman teyakkuz halinde tutar; aksi durumlar ise eylemlilik hâlinde düşülen bir gafletten ibarettir. Bir dergi eğer ‘her ayın birinde’ çıkıyorsa, bir kez de ayın üçünde, beşinde çıksa ne olur, diyemezsiniz.

Ayrıca, en azından düşünce ve yazı ahlâkıyla bağdaşır bir durum değildir bu. Kaldı ki en sıradan görülen herhangi bir iş ahlâkı bile bu bîgâneliği kaldıramaz. Edebiyat dergisi çıkarken, her ayın birinde, yeni sayının Ankara’daki ve Kadıköyü’ndeki bir kitapçıya aynı saatte bırakılması çok önemliydi başta Nuri Pakdil olmak üzere Edebiyat dergisiyle ilişkili bütün arkadaşlarımız için.

ÖZEL SAYILARLA HECE TAŞLARI

-Aynı zamanda önemli boşlukları dolduran özel sayılar hazırladınız. Ne tür gerekçeler Hece’yi bu özel sayılar hazırlamaya itti?

-İtmekle olacak ve yapılabilecek işler değil bunlar... Eninde sonunda bir temel kavrayış ve temel bir görüngeye sahip olma işidir. Daha doğrusu, bir sorumluluk alanında durup durmadığınız ve her zaman buradan hareket edip etmediğinizle birebir alâkalıdır. Her durumda, her alanda bir işin başına geçtiğinizde, o işe inanmaktan sonra iki hususun çok önemli ve süreç açısından da çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. Birincisi, ne yapacağınızı iyi bilmek; ikincisi de nasıl yapacağınızı iyi bilmek; elbette yapacağınız işin ne derece gerekip gerekmediği ve sizden önceki süreçle başladığınız sürecin maddî manevî bütün koşullarıyla birlikte...

Özel sayılarımız iki izlekte oluştu: Birinci izlekte düşünce, sanat, edebiyat öncülerimizin, özellikle de son yüzyılda Türkiye’nin düşünce, edebiyat ve kültür hayatında belirleyici isimlerin birikimlerini, katkılarını topluca hatırlamaya, hatırlatmaya ve değerlendirmeye ve günümüz edebiyatının önüne koymaya çalıştık. Bu bağlamda Türk düşünce ve edebiyatına son yüzyılda yön veren, her biri yine düşünce ve edebiyatımızın Hece Taşı konumunda olduğunu düşündüğümüz Mehmet Âkif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Nurettin Topçu, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, Nazım Hikmet, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar... özel sayıları oluştu. İkinci izlekteyse düşünce ve edebiyatımızın tematik sorunlarını irdeleyen ve âdeta bir tür sayımını, dökümünü yapmayı amaçlayan Türk Öykücülüğü, Türk Şiiri, Türk Romanı, Eleştiri, Hayat Edebiyat Siyaset, Çocuk Edebiyatı, Mektup, Modernizmden Postmodernizme, Şehirlerin Dili, Yerlilik, Gezi... özel sayıları oluştu.

HECEÖYKÜ’NÜN SINIRLARI

-Ocak 2004’ten itibaren de bir ikinci dergi olarak Heceöykü’yü çıkarmaya başladınız. Neden salt bir öykü dergisine yöneldiniz? Bu derginin çıkış süreci hakkında da bilgiler veririr misniz?

-Heceöykü dergisi de bugün kırk beşinci sayısıyla birlikte sekizinci yılına girdi. Biliyorsunuz Heceöykü iki ayda bir yayımlanıyor. Durup dururken doğmadı Heceöykü dergisi de; haydi, bir de öykü dergisi çıkaralım, diye başlamadık işe. Aslında Heceöykü’nün çıkış serüveni de Hece’ninkiyle birlikte başlar; yani dergi düşüncesi olarak her iki dergi birlikte doğdu fakat Heceöykü’nün yayına başlaması Hece’den yedi yıl sonra gerçekleşti. Hece’yi yalnızca bir dergi değil, bir kurum olarak düşündük 1997’de: Üç dergi, bir yayınevi, bir de kültürevinden oluşan bir kurum olarak... Edebiyatın bütün türlerini ve sorunlarını kapsayan, genel anlamda bir edebiyat dergisi; bir öykü dergisi; bir de düşünce dergisi! ‘Hece’ adında karar kıldıktan sonra, dergileri de Hece, Heceöykü ve Hecedüşünce olarak adlandırmayı tasarlamıştık. Üçü aynı anda başlamasa bile ardı ardına yayımlamayı düşünüyorduk. Daha sonra da Hece Yayınevi ve Hece Kültürevinin faaliyetleri başlayacaktı...

Artık yalnızca Türk öykücülüğüyle sınırlı değil Heceöykü’nün açısı; tarih, kültür, inanç ve düşünce coğrafyamızın öykücülüğü de Heceöykü’nün açısına giriyor.

-Hece, günümüz şiir, edebiyat ve dergicilik ortamını nasıl değerlendiriyor? Kendisini bu ortam içerisinde nasıl konumluyor?

-Günümüzün edebiyat, dergi ve yayın ortamıyla hem zenginleşmeye hem bu ortamı katkılarımızla zenginleştirmeye hem de bu ortamın âfetlerinden korunmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi başkalarının yaptığı iş üzerine ve başka hayatlar üzerine her zaman daha kolay konuşur insanoğlu; kendi yaptığı iş ve kendi hayatı söz konusu olunca da o kadar kolay konuşup ahkâm kesemez. Kendimize tanıdığımız hoşgörüyü, esneme payını, yanlış yapabilme hakkını karşımızdaki insanlardan çok kolay esirger, karşımızdaki insanlara karşı çok daha katı bir sıkıdüzen uygularız. Elbette bu insanî zaafımız, edebiyat ve sanat ortamında da böyle tezahür ediyor. Her insanın kendisine, kendi yeteneğine, yaptığı işe inanmasında bir sorun yok elbette; ne ki kendi yeteneğimizin ve yaptığımız işin sınırlarını bilmemiz, önümüzdeki ve ardımızdaki insanların da sınırlarını iyi görebilmemiz gerekir. Tersi durumlarda kendimizi, körlüğümüzle ördüğümüz hücremize hapsetmekten başka bir şey yapmış olmayız. Kendi sesimizle tek başımıza gökkubbeyi doldurduğumuz sanısına kapıldığımızda ancak kendi kulaklarımıza yazık etmiş oluruz.

HECE VE YAYINLARI

-Derginiz şair ve yazarlarının, eleştirmenlerinin ürünlerini kitap olarak da basıyorsunuz. Hece Yayınları’nın sunduğu kitaplar üzerine konuşabilir miyiz? Yayıneviniz bastığı kitaplarla nasıl bir boşluğu dolduruyor sizce?

-Yalnızca dergimizde yazanların kitaplarını yayınlamıyoruz Hece Yayınlarında; doğudan batıya evrensel bir sanat, edebiyat ve düşünce görüngesinden hareket etmeye ve bu birikimi değerlendirmeye çalışıyoruz. İmkânlarımızın elverdiğince dergilerimizde birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın yayınevi aramamalarını sağlamaya ve bu nedenle de onların kitaplarını öncelikle yayımlamaya çalışıyoruz. Hem yayımlanacak kitapların çokluğu hem de imkânlarımızın kısıtlı oluşu nedeniyle elbette bu her zaman mümkün olmayabiliyor. Bugüne kadar edebiyat türlerinin hemen hepsinde kitap yayımladık; şiir, öykü, roman, deneme, eleştiri, söyleşi... Ayrıca din, felsefe, sanat, tarih, sosyoloji, estetik, biyografi, prestij kitaplar ve anma niteliğinde edebiyatımızdan, düşünce hayatımızdan işaret edilmesi, birikimlerine dikkat çekilmesi gereken kişiler üzerine kitaplar da yayımlıyoruz; bu tür kitaplarımız, Hece dergisinin kişi özel sayılarının bağlamında ve izleğinde, onları tamamlayıcı nitelikte hazırlanan kitaplardır.

MERKEZ ANKARA DEĞİL İSTANBUL

-Ankara’dan yayınlanan önemli dergilerin başında geliyorsunuz. Ankara’nın dergicilik tarihi, sürecini de dikkate alarak, Hece bu kronoloji içerisinde nerede duruyor?

-Edebiyat, düşünce ve kültür hayatımızda belirleyici dergilerden çok azı Ankara’da yayınlanmıştır bugüne kadar. Bu, esefle karşılanacak bir durum değil elbette. Hatta, belki size şaşırtıcı gelebilir, Ankara’da yayımlanan iki derginin ve bir yayınevinin yöneticisi olarak böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Dünü, bugünü ve yarını itibariyle bir bütün olarak baktığımızda Türkiye’de yalnızca edebiyatı, düşünceyi ve kültürü İstanbul belirlemiyor; Türkiye’nin yönetilmesi anlamında siyaseti, yine Türkiye’nin hem kendi sınırları içinde hem de dünya ölçeğinde ekonomik ve ticarî döngüsünü de İstanbul belirliyor; yani her zaman İstanbul, Türkiye olmuştur; zaten dünyada da İstanbul böyle algılanmıyor mu? Türkiye nüfusunun düşünce, kültür, sanat ve edebiyat ilgisi açısından bir oranlama yapılacak olursa yine İstanbul’un Türkiye geneline göre çok büyük farkla önde ve belirleyici olacağı kanaatimce kesindir. Dolayısıyla edebiyatın, düşüncenin, kültürün, sanatın İstanbul merkezli olması kaçınılmaz bir durumdur. İstanbul’da yayımlanan her dergi mutlaka böyle olmasa da belirleyici dergilerin, istisnalar olmakla birlikte, İstanbul’da yayımlanması doğaldır. Yayıncılığın kolaylaşması ve internet iletişiminin sağladığı imkânlar nedeniyle İstanbul dışında, Anadolu’da dergilerin ve yayınevlerinin çoğalması bu gerçeği değiştirmiş değil kanaatimce. Bugün de hâlâ Anadolu’da yayımlanan bir dergi ya da kitap, önce İstanbul’a gider ve oradan dağıtıma girer; büyük oranda da İstanbul’da okuyucu bulur. Özellikle bizim edebiyat ve düşünce izleğimizden baktığımızda Ankara’da yayımlanan ve iz bırakan dergi çok fazla değil. Edebiyat dergisi, 1969’dan 1985’e kadar on altı yıl Ankara’da yayımlanmıştır. Ardından 1976’dan itibaren Mâvera dergisi beş altı yıl Ankara’da yayımlanmış ve sonra da İstanbul’a taşınmış ve kapanıncaya kadar da İstanbul’da yayımlanmıştır. Hemen hemen aynı yıllarda Aylık Dergi, doksanlı yıllarda da Kayıtlar dergisi Ankara’da yayımlanan dergilerdendir. Bir devlet dergisi olan Türk Dili’ni saymazsak 1960’lı ve 1970’li yıllarda da Ankara’da önemli sivil dergilerin yayımlandığını biliyoruz. Seçilmiş Hikâyeler dergisi bunlardan birisidir... Bugün Ankara’da yayımlanan dergilerinse yarının edebiyatını, sanatını ve kültürünü ne derece belirleyici olacağını, yarına etkilerini gördükçe konuşacağız elbette.

(SÖYLEŞEN: SELÇUK KÜPÇÜK, DÜNYAYA YENİ SÖZ, 11.07.2011)