Menu
LALE MÜLDÜR ŞİİRİ / ULTRA-ZONE'DA ULTRASON'A YOLCULUK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • LALE MÜLDÜR ŞİİRİ / ULTRA-ZONE'DA ULTRASON'A YOLCULUK

LALE MÜLDÜR ŞİİRİ / ULTRA-ZONE'DA ULTRASON'A YOLCULUK



Lale Müldür; şiirinin en temel ırası aşkınsal bir ontoloji içinde Varlık problematiğini açımlayan bir şiir olması. Salt metafizik düşünceden filizlenen bir şiir olmasa da; insan eylemlerinin bile aşkınsal biröz etrafında varlık bulduğu şiirler. “Merhamet” kelimesi belki de bu şiirin Varlık’a açılan kapısını işaret eden bir kelime.” Buhurumeryem “ adlı şiirinde Bakire Meryem gibi, kendi gibi mazlum ve acıya yazgılı bir oğul doğurmak isteyen, dünyanın en mazlum anası ve en mazlum insanıyla bir özdeşleşme, aynı olma istek ve hissiyatı:


“Kudüs Bakirelerine karışmak istiyorum ben
 o ıslak frambuaz ülkesinde
 bir oğul doğurmak ve
 sizi unutmak istiyorum”  ( Anemon.s.384 )

Lale Müldür şiirini tümelde kuşatan anahtar bir sözcük ve imgedir “Merhamet” sözcüğü ve imgesi.

Şair; ontoloji şiir ilişkisini şöyle açıklamaktadır: “Dasein”a expose olan şair kendi psişik deneylerinden çok, tam tersine aşırı dışsallıkta aşırı güçlü bir Varlık’ın, Tanrı’nın fırtınalarına açıktır. Gök gürültüsü ve yıldırım tanrılarının diliyse; şair bu dille bağ etmeye çalışan, insanların Dasein’ında ona bir yer bulmaya çalışan kişidir. Bu anlamda şiirselleştirmek tanrıların işaretlerini algılamak, sonra onları aktarmaya çalışmaktır. İşaret etmekse yerini belli etmekten çok, veda eden iki insanın yaptığı gibi uzakları yakın kılmaktır. Şiir kalıcı olanın yerleştirilmesidir. Gündelik hayat bu bağlamda gerçek-dışıdır. İşaretleri bir yapı ustası gibi biçimlendiren şairler kimse farkına varmadan, kalıcı olanı dilin içine yerleştirirler. Günümüzde saf kalan belki de tek uğraş” (1)

Şair Heiddeger’den yola çıkarak Varlık’ın evi olan dilden hareket eden bir ontoloji açımlamaktadır.. Heiddeger’ci bağlamda Varlık ve varolan ilişkisini hatırlayalım:

“Genellikle baştan başa insanın içinde yaşayan, özü varlığın formu olan bu kendine özgü varoluş, Dasein’dir. Dasein, kendi girişimi çevresindeki şeylerin kendilerini gösterebilmelerini ve dile getirilmelerini sağlar. Bu süreç Dasein, çevresindeki şeylerin oldukları şey, yani kendileri olmalarına izin veren, onları özgürleştiren süreçtir; Varlık’ı ortaya çıkaran aşkınlıktır. Bu süreç, bu aşkınlık, fiziksel değil, düşünseldir ve ancak dil içinde mümkündür.

 Bu olağanüstü betimlemeyle Heiddeger, Varlık felsefesini temellendirir. Varlık’ı ve hakikati, sanat yapıtı meydana çıkarır. Şiir de dil içinde mümkün olan bir etkinliktir. Heiddeger’in evreninde bir çatlak, bir uçurum vardır. Bu yarıktan bir stifung olarak yepyeni bir temel ya da zemin atmak olarak kavranan sanat (şiir) çıkar “ (2)

 Lale Müldür’ün; şiire ontolojik olarak bakışı da bu merkezdedir. Sanırım şiirinin karakterini genel olarak belirleyen, heteredoks bir metafizik kaygı ve pantheist( tümtanrıcı) bir bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz. Bir tür naturalist yansımalarla varlık bulan panteizm. Ama O’ndaki metafizik kaygıyı açımladığımızda bilinen manada, mistik bir şair olmadığını görürüz. Şöyle ki: Evet, Lale Müldür’ün; “mistik” bir şair olduğu, şeklinde yaygın ve yanlış bir ön kabul vardır. Bireysel dünyasındaki mahremiyetine saygı göstererek, şu saptamalarda bulunmak mümkün: Pagan, İsevi, İslam inançlarından devşirdiği, imge, simge, dinler tarihini içeren bilgiler, ağırlıklı olarak İseviliğe yaptığı göndermeler, genel olarak; bağlamlarından farklılaştırılarak şiirlerinde düğümlenir. Bu göndermeler; dindarlıkla, dinle ilgili olmayıp, insani durum ve konumları, bir varoluş kaygısını, aşk ve aşk acılarını yansıtan, derin yapıdaki anlam katmanları için başvurduğu kurgusal yöntemlerdir. Dolayısıyla bir ön kabul haline gelen “ mistik şair” nitelendirmesi doğru değildir. Bir aşk halini, kişisel tarihindeki kırılmaları, aşkın neden olduğu acıları, çağdaş kadınlık sorunları, kadınlık hallerini, feminist tavrını yansıtmak için, Meryem, Maria Mağdelena hatta İsa simge ve motifine sıklıkla şiirlerinde yer verir; bu simgelerin otantik bağlamını  yerinden oynatarak Ama şaman-şair ilişkisini düşündüren, hatta kesinleyen bir tutum içindedir. Bir şaman olarak soyut metafizik bir algı ortamı vardır; ama bu şaman; aynı zamanda büyük bir senfoni halinde, tabiatın seslerini düzenler ve yorumlar.

 “ Uzun yola hükümlü”dür her büyük şair gibi. İlk kitabıyla birlikte “ çok sesli”liği başaran bir şairdir.

Lale Müldür; ilk kitabıyla birlikte, şiirinin hinterlantını evrensel bir mihver olarak tasarlamıştır. Dünya çapında bir şiiri göze aldığı için egemen poetikalarla adını anmak yerine, Holderlin, Baudelaire, Rilke, Rimbaud gibi has şairlerin ruh iklimlerine benzer iklimleri teneffüs ettiği ve zengin hayal gücüyle haklı bir hayranlık uyandırdığı söylenebilir. Baudelaire gibi tinsel hassasiyet ( perception sensibilite ), algı yoğunluğu, yüksek tinsel acılara yakın durmasını zorunlu kılmıştır. Şiirin yaşatacağı dünyevi kazançları reddetme riskine rağmen, hikmet denizinde seyreder. Ateşten denizleri mumdan kayıkları geçmeyi göze alır. Bir yandan da kendi kişisel tarihini ve mitolojisini oluşturur. Türkçe’nin en enerjik, uzun soluklu, ender şairlerinden biridir.

Ultro-Zone’da Ultrason; bir yolculuktur.

Bu yolculuk  aşkın güzergâhında bir yolculuk desek abartmış olmayız…Elbette  yan izlekler de söz konusudur. . Aşk arayışı belirgin olarak kendini hissettirmekte. Şeyh Galib’in “Hüsn-ü Aşk”ında olduğu gibi, güzelliğin aşkı aradığını söylemek mümkün. Engeller, hayal kırıkları, acılarla belirlenen bir güzergâh. Aşk arayışında ve aşkın hallerinde bir menzil.

“Tanrı’nın gözbebeği insandır” ve belki bu yüzden  Müslüman, İsevi, Tasavvuf, Hint inanç iklimlerini tek bir vahada birleştirme arayışını gözlemlemek mümkün. Semavi olanı yücelten bu  tavır belki de en çok da bu yüzden; aşkınsal ve dünya çapında bir şair olması gerçeğini hatırlatır.Ama yukarda vurguladığımız gibi bu mistik iklimleri teneffüs ederken  heterodoks bir bağlamda, panteist bir bakış açısına sahiptir genel olarak..Zira pagan inancın iklimlerini de teneffüs eder. Aşkı tümelliğiyle içselleştirmeyi göze alır. Modernite ile hesaplaşır, en azından modernitenin yıkıcı sonuçlarına itiraz eder. Rasyonel olanın bir yerde irrasyonel bir hal alması bu itirazı haklı kılar. Şiirin  ve şairin, tüm olumsuzluklara rağmen işlevine aşağıdaki cümleleriyle işaret ederek, bir anlamda şiirin hayatı değiştirebileceğini savunur:

” Tanrıların kaçışı, kutsallığın da ortadan kalkmasını getirmez(..). Yine de büyük çoğunluk, büyük şüphecilerden daha kolay baş edebilir bu dekadans duyguyla. Dasein’daki bu yırtılışın, parçalanışın bilincine “mutsuz bilinç” adını veriyor Hegel. İşte artık kimselerin dinlemediği şair, bütün yıkılmışlığına rağmen herkesin sesi olarak, böyle bir noktada, öyle acil bir noktada duruyor (3).

Dünya çapındaki bu şiiri besleyen herhangi bir ana damar ve artel sözkonusu değil. Bütün görkemi belki de tekil bir örnek olmasında. Yani falan kuşak ya da egzistansialist, dışavurumcu gibi standartlaştırmanın ötesinde bir yerde. Ona göre kuşak olgusu ortam yaratıcı bir özelliğe sahip değildir ve tek bir kuşak olduğunu iddia eder “68 kuşağı”. Burada şaire katılmak zorundayız, tıpkı “Komunist Manifesto’dan başka manifesto yoktur”; cümlesinde olduğu gibi… Lale Müldür’ün; özellikle önceki şiir çalışmalarının anlam katmanlarına nüfuz edebilmek için, resim, müzik bilgisi bakımından hazırlıklı ve donanımlı olmak lazım. Özellikle resim hakkında. Bu hem imajları algılayıp yorumlamak için; hem de şiirlerdeki derin yapıya nüfuz edebilmek ve kodlanmış  göstergeleri çözebilmek için” Kuzey Defteri”nde bir ressamın zihnini, hayal gücünü, elbette paletini kullanır. Ama kelimelerle resim yapmaz Ahmet Haşim’in aksine. 

Gelecekte de anılma şansına sahip, nevi şahsına özgü bir zirve; nitekim Güven Turan’ın da saptamaları bu yönde.

.Güven Turan; Lale Müldür’ün Türk şiir geleneğinin dışında ilgili yargı ve saptamaları yadırgamadığını, ..Lale Müldür’ün “ hiçbir ülke geleneğine” dahil edilemeyeceğini ve “ global” bir şiir yazdığını söylüyor Uzak Fırtına, Voyıcır II, Seriler, Kuzey Defteri, Buhurumeryem; DİVANÛ LÛGAT-İT-TÜRK bu yargıyı doğrulayan örnekler.Şair “ vatansız bir şiir yazdığını “ belirterek Güven Turan’ın tespitlerini doğrularken Türkçeye olan aidiyetini de vurgular.

“Peşinde olduğum her şey herhangi bir şiir geleneğinin içinde yer almak değil zaten” demekte şair (4)

Bu tespitlerden sonra  şu soruyu sormak düşünülebilir, Lale Müldür şiiri için; İkinci Yeni’nin mucizevi bir sonucu demek mümkün mü? Şiirlerin dikey ve yatay okuması yapıldığın da; a tonalite ile müzik ilişkisi, imgeyle sinema ilişkisi ve yeni bir perspektif arayışıyla resimle ilişkisinden söz edilebilir. Renkleri sıklıkla kullanır; kırmızı, mor, turuncu, kavuniçi, mavi, beyaz. Renkler bir sıfat olmaktan çok, anlam üreten birer imge olarak düşünüldüğünü söylemek mümkün. Ayrıca kimi ruhsal algı ve durumları renklerle yansıtır. Renk bir sözcük olmaktan çok bir imgedir ve sıklıkla kullanılması bir tekdüzelik yaratmadığı gibi, okuru da bıktırmaz.

Nesnelerden yansıyan insani durum ve konumların arka planında zaman zaman  bireyin trajedisini görürüz.. Her şair için  çeşitli tonlarda bu trajedi mevcuttur. Şairler diğer insanlara göre bir dirhem fazla acı çeker. Terazide bir denge ölçümü yapmak bu nedenle imkansızdır.

Metafiziğe, dinlere, inançlara, din önderlerine yapılan gönderme ve telmihte bulunmasından dolayı, şairin, Ortodoks anlamda, genellikle bir mistik bir kaygısı olmadığını yukarda belirttik.En doğrusu mistik ya da mistik değil şeklinde bir yorum yapmak yerine, bu konuda şairin mahremiyetine saygı duymak doğru olur kanısındayım. Nitekim Hayriye Ünal: ” “Gizemci tavrını ve sonsuzluk telmihlerini metafizik bir tanıma sokmamalıyız. Ancak onda metafizik bir tanıma sokulabilecek önemli bir beceri vardır”tespitinde bulunmaktadır..(5)

 Zaten metafizik-mistik dünya, salt uluhiyetten esinlenen bir dünya değildir, din dışı pek çok konu ve izlekte metafiziğin konusudur. Ama “astral” dünya metafiziğin konusu olmayıp, para psikolojinin konusudur.

Kimi şiirlerde; para normal bir algı düzeni içinde tezahür eden, astral ortamları sunmaktadır.” Ufo Poltergeist “ adlı şiirde olduğu gibi:


“UFO POLTERGEIST
Materyalize oluyor bir Nordik duvarlardan geçerek
Gümüş saçları, sarı saçları ve miğferiyle
Telepati ile konuşuyor
Fosforesan bir ışığın altında
2 çocuklu bir kadınla
Hamile bırakıyor onu
Kozmik bir çocuğa

Hipnoz ve kaybolan zaman
“ gizi ele geçirecekler”
Kapı amnezisi ve durdurulan motorlar
Stres ve kâbuslar
Hipnotik öngörüler
Betty Hill’in yıldız haritası Major Tom
Zeta Reticuli’nin yıldız haritası
Kayan bedenler
Yıldızların altından amnesia” (s.42)

Poltergeist; paranolmal algı biçimine verilen ad. Almanca bir sözcük olup, "Belalı bir ruhun gürültüsü" anlamına gelir. Mesela, bilinmez gürültüler, kendi kendine hareket eden cisimler, aniden hasıl olan yangınlar, erozyonlar, İnsan bu şiiri okuyunca Tarkovskı’nin “ Solaris” adlı şaheser filmini hatırlamadan edemiyor. Olağan bir algı ortamı dışında farklı ve paranormal algı ortamlarının mevcut olmadığını iddia edemeyiz. Steven Spielberg’in de bu adı taşıyan bir filmi var.

Şiirde adı geçen Zeta Reticuli; Betty Hill’in hipnoz sonrasında çizdiği yıldız haritasının adıdır. Betty bunun kendisine varlıkların lideri tarafından gösterildiğini söylemişti. Daha sonra harita üzerinde yapılan analizle, bunun dünyanın 30 ışık yılı uzağında bulunan Zeta Retucili yıldız sistemini gösterdiği ortaya çıkmıştı. Bu yıldızlar 1969 yılında basılan katalog çıkana kadar bilinmiyordu.

Portergeist izleğe ilk kitabı “ Uzak Fırtına”daki; aynı başlıklı şiirde de rastlıyoruz:


“ve sabit bir sarsıntı olmaktan kurtuldu zaman
sarsıntılar zelzelesinin getirdiği
korkunç bir enerji birikimi var şimdi
atomun parçalanışı gibi bir şey bu

çekilen boşalan sular                  duyuların dalgası
hâlâ bir takım sarsıntılar            kaydetse de zaman
acının uzak sınırlarında              geçen bu çarpışmayı
tarihe                                      kaydırabilir insan” ( Anemon.s.33 )

Majik, gnostik, kabalist şifreler, ezoterizm, astroloji Lale Müldür şiirini retorik olarak biçimlendiren unsurlar. Şiirimizde pek rastlanmayan izleklerde derinleştiğinin somut örnekleri olarak değerlendirmek mümkün. Nesneler arasında simyevi bir bağ vardır. Ama tüm bunlara rağmen, düşsel, masalsı dünya bir sahicilik duygusu uyandırmaktan da uzak değildir.Sanki şairle birlikte masalsı, düşsel dünyanın eşiğinden geçer, oradaki gizemi asla yadırgamayız.Ultra-Zone’da Ultrason’da bu masalsı, düşsel, gizemli dünya önceki yapıtlarından daha aydınlıktır, ama bu durum Lale Müldür şiir geleneği içinde bir merhaledir yine de.

Öte yandan da; insani durum ve konumları kısası enbiya motifleriyle yansıtırken ruhunu kaybeden bir dünyanın çığlıklarına tanıklık etmektedir. Irak Savaşı gibi pek çok gerçeği kadraja almaktan çekinmez. Savaş karşıtı tutum alırken, güncellikten yola çıkar. Bu anda Lale Müldür; toplumsal eleştirisini  taviz vermeden egemenlere yöneltir. Mazlumlar için adalet talebinde bulunan, çağından sorumlu bir aydın kimliğindedir, toplumsal içerik taşıyan şiirlerinde. Pragmatik hatta politik bir şiirin  şairi olarak görürüz.: ” Pragmatik Değer Felsefesi” adlı şiirinde acil olana işaret eder:


“insan insanın kurdudur” T.Hobbes

Henüz tam anlamıyla insanlaşmadık
O halde pragmatik emirler vermek lazım

Irak savaşı kadınlar için yok edici olmayacak mı
Otlar bir yana bükülmeyecek mi

Rüzgar bir yana eğilmeyecek mi
Denizi bir köşeye sıkıştırmayacak mı

İnsan insanın kurdudur diyordu Hobbes
O halde pragmatik emirler vermek gerek

Bak şu kıyıya küçük küçük çiçekler
Ve adını bilmediğim o küçücük balık

Hadi son ver artık mistizme
Henüz tam insanlaşamadık
O halde pragmatik emirler vermek lazım (s.141)

Ultra-Zone’da Ultrason’da; önceki yapıtlarına göre daha açık bir dil dikkat çekiyor. Ben;  şairlerin belli süreçlerde belli bir unutkanlığı yaşayarak, yeni bir Tabula Rasa’yı yeni sözcüklerle doldurmasından yanayım. Sanki şair bu son kitabında o unutkanlığı başarmış, daha kolay  nüfuz edilen yeni şiirlerle, çağdaş şiirin dağarcığını yenileştirip zenginleştirmiştir. Bu tür bir arayış bile; şiirimizdeki aşınmış mecazların aşılması yolunda bir katkı sağlayacağını düşünüyorum.Yine de yan anlamlar (connation) ve alışılmamış bağdaştırmalar göze çarpmakta.Yüzey yapı ve derin yapı biçiminde katmanlı bir anlam ilişkisi sözkonusu.

Bir dergini sormacasına verdiğim yanıtta benzer düşünceleri savunarak; “Belki de şairler o güne kadar yazılanlar; alışkanlığın terekesi olarak reddi miras edilip, hafızada bir unutuş ve Tabula Rasa’dan sonra yeni kelimeler öğrenilmeli. Zaman zaman şairlerin bu unutkanlığa ihtiyacı vardır” demiştim.(6)

Bu bağlamda bir unutkanlık ve yeni bir dilbilgisi, yeni bir sözdizimi için şairlerin Bir “Afazi “ halini yaşamaları gerekiyor belki de.” Afazi” hali ve bunun sonuçları konusunda, şairle yapılan söyleşilerdeki ironik  yanıtları hatırlıyoruz. Beynin sol yarım küresindeki lisan merkezlerinde meydana gelen, bir hasar sonucunda ortaya çıkan bir lisan bozukluğu, olarak tanımlanan bu hal, olumlu sonuçlara da neden olmakta. Şairin “ Afazi” adlı şiiri şöyle:


“AFAZİ
Saçlarımı yolsam senin için
   ki yolundular çoktan
Hoşuna gider mi İsa
Hani şu saçlarım var ya
Seninkine benzetmeye çalıştığım

Beynimde afazi bulunmuş
Bunu öğrendiğimde sevindim çünkü
Afazi şiire yol açan bir hastalıktı
Evet bir afazyaktım ben
Beynimin Türkçe bölümü yok olmuştu
Hatta bu yüzden beni suçlayanlar bile oldu
Yarabbi sabır! “  (s.125)

 

Ultra-Zone’da Ultrason’daki şiirler;  aşkınsal özünü muhafaza etmesine rağmen, önceki yapıtlarına göre, şiire nüfuz etmeyi engelleyen şifreler, kod düğümleri mevcut değil ya da çok az. Somutluklarda soyutlamalara giden bir şiir. Öyle ki; şiirin konusu olmadığı sanılan olgu ve durumları ustalıkla şiire dahil etmektedir. Günlük hayatın eşya ve olguların ilginç bir sunumu söz konusu.

Aşkınsal olduğu için zaman tarafından yenilgiye uğratılamayacak, ebediyet kavramını doğrulayarak, uzayın her bir yıldızına ışıklarını ödünç veren, başta Venüs olmak üzere yıldızların ışıklarını ödünç alan bir şiir. Bu nedenle “ ebediyet” bir kavram olarak öne çıkmakta Lale Müldür’ün şiiri söz konusu olduğun da:

“'zamanın ebediyetle kesiştiği anlamak azize vergidir'” derken T:S:Eliot gerçek şairleri işaret ediyordu.

Ama bunu çilesine katlanmayı da baştan rıza göstermek gerekiyor. Duino Ağıtları’nı yazarken Rilke; benzer çilelere rıza göstermişti. Rılke;  “Ağıtlar”ın büyük bölümünü konuk olduğu bir hanımefendinin şatosunda yazdığı gibi, Lale Müldür de röpörtajlardan ve kitapla ilgili bazı yazılardan öğrendiğimize göre; hastaneye yatmadan önceki şiirleri bir gecede yazmıştır.

Lale Müldür şiirinde tabiat birincil önemdedir.Yanılsamalar içerse de!

İlahi dinler, metafizik öğretiler, El Simya; tek başlarına ya da birlikte, şiir yazılmasına vesile olmuşçasına, şairin paratonerine yanılsamalarını göndererek, şiirin sezgiyle yaklaşılabilen bir idea olarak, aşkınsal kıymetinin görülmesine olanak sağlamışlardır.Yazı odası dünyadan büyüktür ve Paracelcus gibi; El Simya’nın remizleriyle yeni bir dil kurduğunun farkındadır.Şiir toplamına bakıldığında; tabiat  tüm materyalist özelliğiyle varlığını kabul ettirir, gerçi tabiat yanılsamalı olarak kodlanıp düğümlenir, ama  materyalist  diyalektik özelliğini muhafaza ederek.Bu bağlamda Lale Müldür şiiri naturalist bir şiirdir yargısında , bulunabiliriz, metafizik- mistik ana damarın yanı sıra.

Az önce de işaret ettiğimiz üzre; Ultr-Zone’da Ultrason’da; Lale Müldür’ün daha önceki çalışmalarında gördüğümüz; gizemli hatta simyevi bir dünya kurduğu, şifre, işaretlerle örüntülü  bir yapı  yerine, şiire anlamına nüfuz etmemizi zorlaştıran direnç noktaları oluşturmamış. Kültürlü ve birikimli bir okur, şairin dünyasına katılmakta,  şiirin anlam katmanlarına nüfuz etmede zorluk çekmez. Öyleki şiirin yazıldığı ortam; kritik bir hayat memat meselesinin kendini hissettirdiği, olağanüstü bir durumun şartları içinde bir ortamdır.

.Yaşam – ölüm diyalektiğinde içten bir tevekkül duygusunu esinlediği için; ölüm korkutucu gelmiyor. İstese de kötücül bir deha olamıyor. Belki de şiirinin heyeti umumiyesinin anahtar kelimesinin “ merhamet” olması bu arınmışlığı sağlıyor. Tragedyalarda olduğu gibi şiire nüfuz ettikçe okurun bir “katharsis” yaşaması mümkün. Gotik ve melankolik bir duruşta ısrar edilse bile; garip ama bir tür yaşama sevinci, hayatı olumluyor. Bazan gotik atmosferle birlikte, groteks içerikler de sözkonusu.

Şu tespitlerde sonuçta bizim tespitlerimizle bir paralellik göstermekte:

“Lale Müldür "gizli" bir dilin de peşindedir. Bu dil, doğrudan olması dolayısıyla ilkel, barbar dildir. Karmaşanın içinde ilkeldir. Bu dil, saydam ve geçirgen olacak ve ne ise o olarak gösterecektir dünyayı: Ara renkler de belirginleşecek, kendini öne çıkaracak, melankolik duyarlık yaşam alanı bulacak, görünür olacaktır. Böyle bir dünyanın kodlarını araştırmak, onları deşifre etmek Müldür'ün tutkularından biridir ayrıca.”(7)

Ultra-Zone’da Ultrason’da; şairin, tüm aşkınsallığına, mistik izleklerine rağmen, bir uygarlık anlayışını da mesele ettiğini gözlemek mümkün.Batı modernitesi hümanizma ve aydınlanma devriminin değerlerini, tarihsel süreçte içselleştirse bile; zamanla teknolojik, bilimsel gelişmeleri insanlık yararına sınırlamadığı için, yıkıcı bir karakter de göstermekte.Yakın zamanda gözlediğimiz, devam eden savaş durumları, bu itirazı zorunlu kılıyor..Bir röportajında vurguladığı gibi bir Doğu- Batı sentezini savunmaktadır. Bu öngörüsünde isabet vardır.Çağdaş düşünürlerde ; Gilles Deleuze, Felix Guattari; Batı uygarlığının bir kapanımı  ( Tekdüzeleşmeyi ) yaşadığını ima ederek, Doğu uygarlığını bir imkân olarak görürler.Nitekim Batı uygarlığını bir yapı bozuma uğrattığınızda pek çok olumsuz öge ürkütücü bir nitelik arzeder.. Uygarlık, askeri güce ya da teknolojik üstünlükle nitelendirilen bir üstünlük asla değil, uygarlık ölçütümüz; bir ülkenin kültürel ve sanatsal birikiminin düzeyidir. Bağdat Kütüphanesi’ni yağmalayan bir zihniyete “ uygar” demek mümkün mü? Burada yazılarımda sıklıkla andığım Fransız şairi, Blaise Cendrars’ın, bir üçüncü dünya savaşını kastederek söylediği cümlesini tekrar etmek istiyorum. “ Bilim ve teknoloji bu akıl almaz hızıyla devam ederse insanlık yeniden mağara çağına dönecektir”

 Zira şiirinin arka planında Doğu ve Batı kaynakları, mitolojiden dine kadar bir eşgüdüm içindedir.

Ultra-Zone’da Ultrason’da; şu iki dize din önderini yücelttir:


“ Hastayım hırkanı at üstüme
Ya Muhammed” (s.88)


Benzer bir duyarlık  şu üç dizede kendini gösteriyor:
“ Tam başının üstünde Hz. Ali var
Yeşil bir kumaşla kaplanmış yüzü
En alçakgönüllü halife o “ (s.102)

Devamla; Kutb-ı Azam, Gayb erenleri gibi kelimelerle tasavvuftan devşirdiği imgelerle örneklendirmek mümkün. Ama en çok Hz..İsa…  İsevi inancın simgelerini sıklıkla gözlemliyoruz. Bu anlar gayb anlarına geçişi hissettirmekte. Şiir bir anlamda; gaibden duyulan bir ses değil mi? Çağları aşan bir şiirin belki de özelliği bu. Şiiri yazan özne bu ve benzeri algılarla bir azize; “patriote du monde “  olan, yurtsuz, belli bir coğrafyayı mülk edinmeyen azize konumundadır. Merhamet, mazlumluk, masumiyet, bir azizenin sıfatları değil midir? Ama kimi şiirlerde de bir “ anarşist”i de  gözlemlemek mümkün. Bir yerde evrensel olmak “ vatansız” olmayı zorunlu kılıyor.Ya da yeryüzünün bütün kavimleriyle ilişki içinde bulunmak.Bu hümanizmaya, bu ütopyyoya insanlığın ihtiyacı var. Şairin ve şiirin işlevi bu anlamda daha bir önem kazanıyor. Ortak bir kardeşlik şarkısı içinde geleceğin hayatını daha insani kılmak için.

Gündelik hayatın kırıcılığını, sıradanlığın ne denli katlanılmaz olduğunu en iyi sanatçılar bilir, hisseder. Toplum vasat bir gramerin baskıcı unsurlarıyla örgütlenmiştir. Abdallık değil ama “ aptallık” bu vasatı biçimlendiren ortak paydadır. Şairin kendini bir sürgünde olma hissi yaşaması normaldir. Lale Müldür;  bu vasatlığa karşı daha tahammülsüzdür, vasatlık acıtır ve pek çok şaire göre de, bu vasat dünyaya karşı çok daha uyumsuzdur. Zaman zaman  dünyadan çıkıp gitmeyi bile arzular.

Bir röpörtajda; az okuru olduğunu, belirtiyor. Belki şiirin az okunurluğu, nadirliği bir olumluluk olarak yorumlanmalı. Bu azlık, bu nedrediyet şiire değer kazandıran asıl öge. Agora’da toplanan “ avam” için değildir şiir. Şiir ülkesinin kendine has yurttaşları için yazar her şair.

Aşk mutsuz eder insanı. Ama bu acının, mutsuzluğun bir soyluluğu içerdiği göz ardı edilmemeli. Belki bu nedenle Aragon “ Mutlu Aşk Yoktur “ demiştir. Lale Müldür’de aşkın acı ve mutsuzlukla olan birlikteliğine işaret ediyor:


“Aşk, Yüksek Acılar Baronu
Senin yüzünden asla acısız haz
  duyamıyoruz sonsuza dek
Nereden ve nasıl olursa
Bir kılıç düşüyor ansızın aramıza” (s.44)

 

Bu dizelerde Tristan ve İsolde adlı Kelt destanına bir gönderme var. Kısaca bu destanı hatırlayalım:

Şovalye Tristan; kral olan amcası Marke’nin evlenmek istediği İsolde ile, kaderin bir cilvesi olarak sevgili olur. Ayrıntılara girmeden, destanı bu cümlelerle özetlemek mümkün.Daha sonra birbirini seven Tristan ve İsolde’yi takip eden kral ve adamları onları saklandıkları mağarada bulur. Kral gördüklerine inanamaz çünkü Tristan ve İsolde aynı yerde yatıyorlar ve aralarında bir kılıç duruyordur. Yatan iki kişinin arasına konan kılıç, orada namusu sembol etmektedir. Kral bunun üzerine onları saraya tekrar davet eder. Törenle saraya yerleşirler. Ama destan sonra olumsuz olaylarla gelişir ve  mutlu sonla bitmez

Bu dizelerde aşk ve mutsuzluğa, aşk ve acıya dair olarak, Kelt destanına gönderme olduğunu düşünmek mümkün..

Daha önce yayımlanan “Seriler Kitabı”nda da  “ kılıç” “metaforu geçmektedir. Kelt destanına gönderme orda da var:

 


“ … uzun süre kurtlar ve şovalyeler arasında
 Yaşadım sonra
 Ama hep bir kılıç vardı aramızda
 Benzedim mi onlara lara lara “ ( Anemon.s.173)

 dizeleriyle, imkansız bir aşkı betimler .

Şair alışkanlığı, aşınmış mecazları kırarak egemen estetik dilin baskısından dili ve şiiri özgürleştirme serüveni yaşamalı ya da bu serüvene katılma. Ultra-Zone’da Ultrason; zihinsel bir evrime işaret ettiği kadar; dil olarak ilkel olana, köken olarak ilk olana dönmeyi işaret etmekte. Belli dönemlerde ya da bir gelenek zincirinde, yüksek şiirsel değer taşıyan imge anlayışı, azalan randımanlar yasası uyarınca, zamanla  sıradanlaşabilir. İşte bu anlarda mevcut şiir ortamında bir yenileşme ve değişim  gerekir. Bu yenileşme ve değişim; avangarda olmak zorunda değildir.

Cemal Süreya “ Şapkam Dolu Çiçekle “adlı denemelerine aldığı bir yazısında:” Şiir konuşma dilinden fazla uzaklaşmamalı” görüşünü savunur. Ultra-Zone’da Ultrason’da; konuşma dili edasında, sözcük konstrüksiyonları içermesi bakımından önemli. Şiirde yenilik yaratmak, yol açıcı olmak için; havada ters parandeler atmanın lüzumu yok. Uşltra-Zone’da Ultrason; bu bakımdan da önemli bir aşama.

 “ İlk aşk “ kadar, ilk kez kar yağışını seyreden bir çocuğun saflığına dönülmek istenir. Tekno dünyanın kuşatması bu arzuyu şiddetlendirip daha belirgin kılar. Helikopterde ilk kar yağışını ve ilk aşkı anımsayarak, o eski zamanı özlemle anımsamaya kadar gider:

Yalın ilkel bir dil kullanmasına karşın, büyük şairlere has bir feraset içinde aşınmış olanı  reddediyor. Bu bir risk belki; ancak büyük şairler göze alabilir. Sadık Yalsızuçanlar’ın şu tespitine katılmadan edemiyoruz:

“Gerçek şiir bu değil midir? Bize, ‘aa! Böyle de olur muymuş, demek ki böyle de olurmuş!’ dedirtendir..” (8)

Dil yalınlaştığı, basitleştiği, ilkelleştiği, somutlaştığı ölçüde bir ustalığı da aşikar ediyor Çelişki gibi yorumlanması mümkün olan bu durumu, büyük şaire özgü bir hünerle iptal ediyor. Bu şiirsel deneyimin, yeni bir şiir haritasının çizilirken etkili olacağı düşünülebilir. Bu sonucu mihver  yapıtın sahibi istemese de. Şair Oktay Rifat’ın bir tespitini anmak istiyorum: “ gerçek alıştığımız bir şeydir”

Şairin gerçek konusunda ima ettikleri Oktay Rifat’ın yargısıyla çakışmakta.” Kuzey Defterleri” kitabının  “ Kuzeyde Bir Pencere” adlı şiirde benzer düşünceler sözkonusu:


“herkes kabul eder ki fotoğraf görüntüsü gerçeklik açısından
mükemmele en yakın aktarımdır, fotoğrafik vizyonun
gerçekliğini reddettiğim gün şeyleri başka türlü görmeye
 başladım. Tıpkı aynada çok uzayan süre ve yoğun bir dikkatle
 kendimize baktığımızda olduğu gibi nesneler uzun süre
 bakıldıklarında tanıdık, bildik olmaktan çıkıyor, sırlarını ele
 vermeseler bile yabancı bir dünyanın kapılarını arıyorlardı
. İlk keşiflerimden biri iç gerçekliğin dış gerçekliğe eşit
olduğuydu…”  ( Anemon.s.239 )

 

Ultra-Zone’da Ultrason’da, şair; gerçi yalın, ilkel, basit, bir dile dönse de nesnelerle ilişkisinde, mevcut şiir algısının dışında bir yerden gözlüyor eşyaları ve olguları. Dolayısıyla alışkanlıklarla çok bildik hale gelen, bir dil yerine adeta yeni bir dilbilgisi ve sözdizimini, ikame ediyor. Özel adlar, yabancı dilde sözcük ve kavramlar, kişi ve yer adları, şiirsel konstriksiyonu sağlayan yan ögeler. Ayrıntılardan yola çıkılarak başarılan bir kurgu bütünlüğü. Şiir için bu denli ayrıntıları, şiirsel imgenin konusu haline getirmedeki ustalık takdir ve tebrike muhatap olmaya layık. Büyük temalar yerine, sıradan temalarla da büyük şiir yazılabileceğinin ispatlıyor.

Dil bağlamında bir yapı bozumu başarmıştır. Mevcut zihinselliğe ve dile karşı girişilen bir yapı bozumu söz konusudur. Bu durum aynı zamanda şiir için bir imkân olarak görülmeli.Yine Sadık Yalsızuçanlar’ın sözlerinin tanıklığında bu yapı bozuma işaret etmek istiyorum:

“Şair yapısöküme uğratır her şeyi. Düşünürlerin yapıbozamadığı ‘iktidar’ ve ‘adalet’ olgusunu da şair deşifre edebilir ancak. Onlar kökene inmedikçe rahat etmez. İlkörneğe, köken örneğe, doğru sızmaktır onların kaderi.:”(9)

Dilin ilkel basit hale gelmesi iletişimsizliğin hakim olduğu bir hayatta, belki de iletişimi sahih kılmak gibi bir zorluğu aşmaya da imkân verebilir, bu göstergeler fetişizmi içindeki sallantılı dünyada.

Bilinmedik Bir Dilde Erotik Metin  (s.39) adlı şiirle; Bilinmedik Bir Dilde Psikotik Metin (s.51) adlı şiirlerde, hece düzeyinde sözcükleri parçalayarak, neoloji yapıp  ilginç konstrüksiyonları dener. Bundan amaç modern dünyadaki mevcut iletişimsizliğe dikkat çekmektir sanıyoruz.. Bu durum iletişimsizliği aşmanın bir potansiyeli olarak da görülmeli. En azından aşkta; bu iletişimsizliği aşmanın yolunu bir şekilde bulmak zorunda, günümüz modern insanı.


‘Ey halklar! Biliyor musunuz ki ben
uzun zamandır tahta kaşıkla
yemek yiyorum. Metalden daha
iyi geliyor. Ahmet bana dedi ki
T.S.Eliot da yerde bir sinide
tahta kaşıklarla yermiş yemeğini,
Ey Halklar! Biliyor musunuz ben
uzun zamandır tahta kaşıkla…(s.131)

Dilin ilkelliği yanında, metal kaşıktan tahta kaşığa, ya da masa yerine sinide yemek yemek sözün ilkelliğine koşut bir ilkelliğe dönüşü de işaret eder. Daha genel bağlamda modernizmden bunalan insanın, ilkel, otantik olana dönüş arzusunu önceler mahiyettedir. Hem bu iletişimin modernitenin  bir gösterenler, galaksisine dönüştüğü, iletişimin bu çokluk yüzünden imkânsızlaştığı, insanların iletişim yollarını bulamadıkları bir dünyada, böylesi bir geri çekilme, ilkelliğe dönmek  doğru bir seçenek belki de.

Heiddeger’ci bağlamda kurallarla, yapay burjuva inceliklerle, davranış kalıplarıyla özetle personaların zorunlu olduğu, “onlar alanı”ndan; “otantik olan”a dönüşü mümkün kılmak için, maskelerini çıkaran modern insan, gerçek varoluşunu keşfedecektir.Zaten şair ontolojik hakikate ve varoluşa “ hayatın değil hayatın anlamının “ peşinde olmakla  ulaşır.Ne günlük hayatın meta ilişkileri, ne de günümüz dünyasının “ göstergeler fetişizmi” içindeki “ değersiz ve aşağı dünyayı” kabul eder.Trajik düzeyde en saf manada bir var oluş ise; kayıp bir hayata ağıt yakarak, mümkündür.Belki bu yüzden Oscar Wılde:” Hayat kaybettikçe sanat kazanır” cümlesinde olduğu gibi, şair de “ hayatın anlamını”  “ hayatın kendisine “ kurban etmiyerek , gerçek varoluşuna sahip çıkar .Nietzsche’ci bağlamda; şairlerin, “ üstün insanlar “ olduğunu iddia etmekte mümkün.


“Çünkü ancak yıkılan evde hazine vardır”
“Ego kırılacak
Beden kırılacak
Kalp kırılacak
Her şey kış ışığı gibi kırılacak ki
Yeni bir başlangıç olsun” (s.87)

Ultra-Zone’da Ultrason , bu bağlamda bir keşiftir.

Yine ilkel olana dönüş bağlamında, “Uzak Fırtına’daki ilk şiirlerinden biriyle, az önce zikrettiğimiz şiir arasında benzerlik kurmak mümkün.


“Tropikleri düşünüşümü yanlış anlıyorlardı
Yorgun, kısır kültürlere bir tepkiydi oysa bu
İlkel bir sesi özleyiş. Gizemin yeniden aranışı
Bir kaçıştı belki. Uzak bir kaçış.
Kaçmak istediğim onca şeyi bilselerdi….
“ MAYALARI ASLA ANLAMAYACAĞIZ”  ( Anemon.s.95)

Ultra-Zone’da Ultrason; yaşantı birikimi ve eşyaya bakışta yeni bir algı biçimini geçerli kılıyor.” Bu, evrenle çok yönlü karşılaşması ve şiirin birikiminden çok insanoğlunun yeryüzündeki yaşantı birikiminden yararlanma becerisidir”(10)

Bir kimlik bölünmesi söz konusu değildir. En baştan beri kentli bir entelektüel olarak modern bir beni varlığını hissettirir. .

Hatta kent ortamında flaneurden söz etmek mümkün sanıyorum. Geleneksel benle, modern ben arasında hissedilmesi mümkün bir gerilim, en başta iptal edilmiş; bu gerilimi ve çelişkiyi, hızla kapayıp, mesafe almak isteyen, kimi “muhafazakar” şair kadınlar da gözlemlenen, şizofrenik bir parçalanma söz konusu değil. Belki bu özgüven ve tutarlılık nedeniyle; geleneksel olana saldırı ve işgal niyeti yok “muhafazakar” şair kadınların aksine. Ama devam eden, parçalanmayan modern beninin hissettiği ağrılarını, aşikar kılmaktan da çekinmez.

İlk şiir kitabı “ Uzak Fırtına’da başardığı çok seslilik, yalınlığına rağmen ; Ultra-Zone’da Ultrason’da devam ediyor

LM adlı şiir bir yolculuğu özetler. Şairin hikayesi ve yolculuğu. İçten, yalın ve güzel bir şiir:


Neler neler geçmiş hayatımdan
Ne yüksek ne alçak noktalar
Ne çıldırtıcı titreşimler
Ne de kıçıma yediğim onca iğne

Hadi gel götüreyim seni
Narin bir vals gibi
Hayatımın güzel noktalarına

Şu karanlık köşede
Herkesin lanetlediği
Kristal bir küllükte
Yanan bir sigara gibi
Eriyorum, ölgünüm, bitiğim ben de. (s.108)

Hikmet bağışlanan, ama yukarda vurguladığımız modern bene rağmen, bazen Doğu’lu biçimde tezahür eden nadir bilgeliği, elbet öncelikle bir şair olarak, bunun yanı sıra menkibesiyle, efsanesiyle, geleceğin hafızasında yer etmeyi hak eden soylu bir şair Lale Müldür.

Esinle yazan bir şair, hikmet unsuru zaten kendini belli ediyor. İlk dize Tanrısaldır cümlesini hatırlıyorum  Valery’nin. “ Le premier vers est Dieu.”

Şairin ilhama verdiği önemi şu cümlelerinden anlıyoruz:

“. Ben esine bağlı olarak yazıyorum. Yazdıktan sonra doğu mu, batı mı, kuzey mi, güney mi bilmiyorum; tekrar okuduğumda anlıyorum. Dolayısıyla “görünmez bir el”in yazdığına inanıyorum “(11)

 

Yine kendi ifadesiyle:” Tinin kendi acısını taşıması için seçtiği bir bireydir şair.”. Buradan yola çıkarak şairlerin seçilmiş insanlar olduğunu söylemek mümkün ve Lale Müldür’ün saçlarına Tanrı’nın rüzgarının değdiğini söyleyebiliriz. Ama o bir manastırın kalabalığında değil, şiir ülkesinin en yüksek burcunda  tek başına yaşadığını iddia etmek mümkün. Her sözcük bir imgeyle bağlantılıdır, nesneler  bir ikon gibi somutlaşır. Belki bütünsellik söz konusu değildir, parçalar yekpare olarak birer mozaik oluşturur. Bu nedenle merkezi değil bir kök sap,  halinde dağılır. Bu durum hem özneyi hem de nesneyi özgürleştiren bir niteliktir. Mistik eda, arzuyu bastırmaz. Arzuyu özgürleştiren bir tutum içindedir pek çok şiirinde.

Şiirlerinin geneline bakıldığında; sanatsal yetkinlik, bir bilim adamının disiplinli çalışması, dikkati ve yöntemiyle alaşım  halinde düşüncesini uyandırıyor.Esinle ,doğaçlama ve kısa sürede yazılmasına rağmen, son derece disiplinli, özenli bir çalışma. Çünkü bilimle yakın bir ilişki içinde şair. Kuantum fiziği ve matematik. Bir de ışık metaforu türevleriyle birlikte sıkça yer almakta. Günlük zaman ve mekandan, Tanrı’nın zamanına geçişler ve eşikler söz konusu.

Günümüzde “ somut şiir” olarak , bazı şairlerce sunulan girişimin örneklerini, Lale Müldür  yirmi yıl önce “tipografik” bir biçim olarak zaten keşfetmiş.Bu nedenle günümüzdeki bu girişimler ; Amerika’yı yeniden keşfetme, gayreti olarak değerlendirilebilir. Pek çok manifesto, pek çok yenilik iddiasına rağmen, edebiyat dünyası vasat yeniliklerin çöplüğüne dönüştüğüne tanık oldukça; Lale Müldür’ün  sağlam dokulu şiiri daha bir önem kazanmakta.Üstelik ilk kitabı “ Uzak Fırtına”yla keşfettiği çok seslilik, Ultra-Zone’da Ultrason’da devam etmekte.

Şiir hakkında Lale Müldür’ün ütopyasına, gelecek öngörüsüne bir şair olarak coşkuyla katılmamak elde değil:

“İçinde yaşadığımız kıraç dünya çok az şiir alanı bıraktı.  Ama bu kıraç dünya bile bir serapa, bir ütopyaya hatta yaşanılası güzel bir yere dönüşebilir, bir şairin her şeye kadir ellerinde ( 12 )

 Lale Müldür 2007 Altın Portakal Şiir ödülüne ;” Ultrazone’da Ultrasone” şiir kitabıyla değer görüldü.Ödülün takdir ve tebrik cümlesiyle bu yazıyı nihayetlendirmek galiba en doğrusu:

“Çağdaş ruhsallığın en gerilimli ve çetrefil alanlarında çalışırken, hem şiirden beklentilerin sınırlarını alabildiğine genişletmiş, hem de dünya algısında sarsıcı dönüşümler yaratan bir şair “

 


(1): Anne Ben Barbar mıyım. LM Y.Lale Müldür.s.51
 (2) :.Hüseyin Avni Cinozoğlu. Lirka’ya Akan Irmak Yalınses Y..s.80
 (3): Lale Müldür.Anne Ben Barbar mıyım.LM Y.s.52
 (4): Lale Müldür. Anne  Ben Barbar mıyım. LM.Y. s.52
 (5): Hayriye Ünal.Hece  Dergisi.Aralık 2006.
(6):Hüseyin Avni Cinozoğlu. Patika Dergisi.60.sayı
(7)::www.sadikyalsızuçanlar.net/turkce.com
(8) :www.sadikyalsızuçanlar.net/turkce.com
(9): www.sadıkylsızuçanlar.net/turkce.com
(10): Hayriye Ünal.Hece Dergisi.Aralık 2006
(11):kitap-lık.dergisi.Ekim 2006.S.98
(12): Lale Müldür.Anne Ben Barbar mıyım.LM.Y.s.39

 

*: Ultra-Zone’da Ultrason.Lale Müldür.Yapı Kredi Y. I.Baskı.Nisan 2006

Diğer Yazıları