Menu
HOŞAF
Öykü • HOŞAF

HOŞAF

“Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım, acıktım.
Buldum yerde bir erik,
Kaptı bir Ala Geyik.” Ziya Gökalp

Sahih, örselenmemiş, billûr, saf sevinçlerdi. Kâhin,  Teknokrat ve Cadıların gölgesi; zamanın üstüne henüz düşmemiş; çağ kafeslenmemişti. Arı duru, asûde, mesut vakitlerdi. Gözlerimiz ve kalplerimiz boyanmamış, bulanmamıştı daha.

Sofraya muhabbet kuşu kanatları ve kuş sütü de konmuştu âdeta. Güle oynaşa yemek yiyorlardı. Erişte, bazen pilav, börek ve vazgeçilmez hoşaf.

Zevkler büyürdü. Esmer erik kuruları, sarı üzümler, akıl sır ermez zenginliklerin rengine bürünürdü.  Sanki saray yemeklerinden kalan nadide süslerdi, mahzun mütevazı masaları bezerdi.

Bana uzun gelen bir süre baktım. İştirak edemediğim, benden gizlenmiş bir lezzetin uyandırdığı bir kıskançlık hissi yalayıp geçti. Hem de erik hoşafı pişirmişti anneannem.

Gözüm ondaydı. Evin en küçüğü olduğu halde, başköşeye kurulmuş gibi geldi. Demek yanlarına çağırmışlardı.

“Beni, niye sahura kaldırmadınız?” diye feryadı bastım.

Uyuyormuşum, onun da haberi yokmuş, kendiliğinden kalkmış. Babamdan çekinmesem az hınzırlık yapmayacağım.

“Sen de gel kızım.”

Biraz alıngan, biraz nazlı ve sitemkâr, papağan gibi tekrarladım:

“Hayırr! Siz beni niye çağırmadınız.”

Sonra…

Masum gözleriyle O davet etti: “Hadi abla!”

Henüz oruç tutmuyorduk hâlbuki. Ama gecenin bir vaktinde oturulan o sofradan mahrumiyet üzerdi. Sanki hususî bir mânâ gizliydi.

Belki tam anlamadığımız, keşfedemediğimiz bir ruhu kaçırmamak; en azından kısmen yakalamak isterdik. Kim bilir.

Bir ramazan How the FICO credit counseling agencies Score is Composed - How to ImproveOne of the most commonly used scoring tools is the FICO credit score. şenliğine tümden katılamamanın verdiği eziklikle, süklüm püklüm kız kardeşimin yanına geçtim.

Sofra kalktıktan sonra, bin türlü yemek yesem bile aynı zevki vermeyeceğini biliyordum.

Özellikle hoşafta Nasreddin Hoca’dan kalma lezzetler mevcuttu. Üzerinde mekân değiştirmişlerin sesi, bir annenin narin hayali, paylaşılmış mutlu saatlerin hissesi gezinirdi.

Yağmur bile pencereden, kuru üzümlü, karanfilli, tarçınlı, kayısı pestili, ballı o lezzetler gibi, âbıhayat benzeri akardı.

Ramazanlar üst üste katlanır, erir erir o tat denizine, zevk yekûnuna karışır, içinde kulaç atardım.

Farkına varmadan bir filizlenme, köklenme duygusunu; tâ altın çağlara, saadetli asırlara giden birliği, yakınlığı hissederdik.



Şirin bir ilçede oturuyorduk bir zamanlar. Bazen ihtiyaç için yakın şehirlere günü birlik giderdik.

Artık aksatmadan oruç tutabiliyorduk. Kiminde saat rakkası gibi sallansak da, orucu hiçbir şekilde zedelemek, bozmak içimizden gelmezdi. Kıyamazdık.

Babam yolculukta zorlanacağımızı düşünür, anlayışla “Kızım sizin için zor olabilir, sonra kaza edersiniz.” diye müsamaha gösterirdi.

Dondurmalar, kızarmış mısırlar, mevsimine göre türlü yiyecek bizi çekse de içimiz müsterihti. İftar lezzeti, “İlâhî, Sevgili bir Buyruğa” uymak her şeyden yeğdi.

Babamın bizi onaylayan, muhabbet ağırlığıyla bazen başka âlemlere dalan derin gözleri ise dünyalara bedeldi.

Boyumuz azıcık daha uzar, başımız dikleşirdi. Çocukça bir gururla mesrur, oruca devam ederdik.

Camilere giderdik. Dönüşte bakkaldan aldığımız şekerleri yemek ayrı bir keyif verirdi. Minare şekline benzeyenler dahi vardı.

Tadı hâlâ dilimde damağımda dolaşır, garip uhrevî bir zevki yılları aştırarak bugünlere getirirdi. Tesirine şaşar kalırdık.

O masanın etrafında oturan kişiler şimdi epeyce azaldı. Ama sofra hâlâ davetkârdır.

Bazen mecbur, gözyaşı dolu bir tası içmeye çabalarken, ağzımın ve yemeklerin tadı iyice bozulmuş acımışken; görünmez, narin minik bir el boynuma dolanır.

Sonra bir kâse erik hoşafını cömertçe önüme koyar. Gaybî bir ses:

“Beraber yiyelim mi ablacığım?” diye kulağıma fısıldar.

Dayanamaz, utangaç, birkaç kaşık sallarım.

Diğer Yazıları