Menu
DÜNYANIN ORTASINI YÜRÜYEN ADAM: HASREDDİN HOCA
Deneme/İnceleme/Eleştiri • DÜNYANIN ORTASINI YÜRÜYEN ADAM: HASREDDİN HOCA

DÜNYANIN ORTASINI YÜRÜYEN ADAM: HASREDDİN HOCA

Meşhur fıkradır ve çeşitli şekillerde de anlatılır… Nasreddin Hoca’ya sorulur: “Dünyanın ortası neresi hocam?” Hoca hiç düşünmeden, kendisinden beklenen cevabı verir: “Burasıdır!”. Olur mu hocam? şeklindeki söylenmelere de, “inanmayan ölçsün” der.

Burada durmamız lazım.

Durduğumuz yer, asıl durulması gereken yerdir ve öyle de olmalıdır.

Birinci durağımız, Hoca’nın kişiliğidir. Tarihsel olarak Nasreddin Hoca’nın, ahi şeyhi Ahi Evren olduğu çeşitli bulgularla ikna edici olarak iddia edilse de (Prof. Dr. Mikail BAYRAM, Ahi Evren – Mevlânâ Mücadelesi, Konya, 2. Baskı, 2006.), kesin olarak Ahi Evren’dir diyemeyiz. Bununla birlikte Hoca, gündelik fıkralara konu olduğu gibi komiklik peşinde koşan, insanları kendine güldürmeyi iş edinmiş bir kişilik de değildir. Yunus ve Mevlânâ’nın çağdaşı, bilgiyi insanları korkutarak değil, tebessüm ettirerek veren Türk tipi bir bilgedir. Aynı zamanda onun esnaf olduğuna dair birçok kaynak ittifak halindedir. Buraya bir mim koyuyoruz.

İkinci durağımız, Hoca’nın İslâm anlayışıdır. Anlayışının temelini, sorumluluk sahibi bir Müslüman bilinç oluşturur. “Kim var?” denildiğinde, adeta sağına soluna bakmadan ben varım diyebilen biridir. Soru soranı, sorduğuna pişman etmeden cevabının verildiği bir kişiliğe sahiptir. Korkutucu değildir. Cehennemden bahseden yetersiz bir Müslüman tip değildir Hoca. Sorulara verdiği cevaplardan kimse rahatsız olmaz, tebessümü eksiksiz bir iknadır. İnsanları cehenneme göndermek için fırsat kollamaz.

Üçüncü durağımız, Hoca’nın iktisadî yönüdür. Kendine Müslüman değildir hoca. Üretenin yanındadır. Ahi teşkilatı, Türkleri Anadolu’da üreten bir yapıya dönüştürme gayretleri içindedir. Pazarın farkındadır, sözleri pazara çıkar. Pazar, agora’dır. Bütün agoralar gibi, şehrin ortasıdır pazar. Parayı veren düdüğü çalar. Parayı vermeden, düdüğü kimse çalamaz. Olur inşallah diyerek çocukları kandırmaz, zamanla diyerek belirsizliğe yol açmaz Hoca. ‘Parayı vermeden çalarım’ diyenin yolu ya hırsızlığa çıkacaktır, ya aklı devre dışı bırakan yaklaşımlara… Bu yönüyle hocanın sözleri, test edilebilir ve yanlışlanabilir. Kedi yemediyse ciğer nerede, diye soran Hoca, aklı ön planda tutan bir bilgedir. Ayakları yere basar. Bastığı yer Anadolu’dur. Anadolu da, medeniyetlerin beşiğidir.

Dördüncü durağımız medeniyetlerin beşiğidir. Medeniyetlerin beşiği demek, medeniyet kurmak için dünyanın en uygun yeri demektir. Medeniyet için en uygun iklim, mevsim, insan, toprak ve coğrafya burasıdır, demektir. Sorumluluktan kaçmayan Müslüman kişilik, üzerinde yaşadığı toprakların tarihsel derinliğinin farkındadır. Medeniyet kuran insanların yaşadığı topraklar, sorumluluktan kaçmayan bilinçli kişilikler ile bir araya geldiğinde, varoluş gerçekleşmiş olur. Tarihin güreşçileri, bu coğrafyada mindere çıkar: üç dinin kabul ettiği İbrahim peygamber, Hz. Eyüp, Yunus as. Uzeyr as. Makedonyalı Büyük İskender, Kartaca Kralı Hannibal, Pers Kralı 3. Darius vb.

Hititler, Frigya, Lidya, İyonya, Urartu, Asurlular, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı vb. devletler, bu topraklarda medeniyetlerini sergilemişlerdir. Orta Dünya’nın kalbi Anadolu, medeniyet kurmak için en elverişli iklime ve coğrafyaya sahiptir.

Beşinci durağımız, Hoca’nın yaşadığı yerdir. Kırşehir de olabilir, Konya da, Akşehir de olabilir burası. Kesin olan, şehrin ortasında geçen Hoca’nın hayatıdır. Ciğer alıp evine gönderdiği yer bir şehirdir. Alışverişin, yani hayatın içindedir; pazara çıkar hindi satar. Komşularla ilişkileri iyidir, kazanları doğurur. Çocuklarla ilişkileri iyidir, Hoca’ya düdük ve oyuncak siparişi verebilirler. Ulu kişi havalarına bürünüp, mesafeli duruşlar sergilemez. Ağırdan satmaz, gerçekçidir hayatı ve dünyaya bakışı. Herkes gibi yaşar, üstün vasıflar, kerametler göstermez. Söz, tavsiye ve eylemlerinin hepsi, yanlışlanabilir. İktidara yakın gözükme gayretleri yoktur. Gücünü, kendi kişiliğinden ve yaptığı işten alır. Bir yerlere yaslanmaz. Geyik de yapar, eşek de satar. Ahırında eşeği eksik olmaz. At ile göremeyiz hocayı. Çarşıda pazarda eşekle dolaşır. Komşuları, eşek de ister, kazan da isteyebilir. Evine, eşiğine basılmaz kişilerden değildir.

Ulu orta her yerde görülebilir Hoca. Kahveye bile takılabilir. Molla sansınlar diye ağırdan satmaz kendini. Hocaysa hocadır işte. N’aber hoca? diye takılabilir çarşının kalfaları. Ama o kalfalar yine de böyle konuşmaz. Belki ustaları takılabilir bu üslûpla. Kendisiyle barışık olduğu için hayatla da barışıktır Hoca. Eşeğine ters binebilir. Kendine gülebilenin ancak kendisine güldürecek cesareti vardır. Bilgisinden ve yaşayışından emin olan insan, kendine güvenebilir.

Kendini biliyordur Hoca. Her şeyi bilenlerden değildir. Çağdaşı Yûnûs gibi kendini tanıdığı için kompleksi yoktur, olamaz da. Destursuz girilebilir Hoca’nın bağına, mekânına. O güveni verir karşıdakine. Karşıdaki çoluk çocuk da olabilir, pazarın satıcısı, mahallenin kadını, çarşının esnafı da olabilir. Hayatın, çarşının, evinin, çocukların, medeniyetin, şehrin, pazarın, komşularının ortasındadır Hoca. Her şeyin ortasındadır bir bakıma.

imagHer şeyin ortasında olan birinin, ortasında olacak tek bir yer kalmıştır geriye: Dünya!

Kendini her şeyden sorumlu hisseden bir bireyden, bir Müslümandan başka ne beklenebilir ki? Dünyanın derdiyle dertlenen bir Müslümanın yeri, elbette dünyanın ortasında olmaktır. “Ol!” deyince olduracak gücü yoktur Hoca’nın. Çalışmak ve elinin emeğinden başkasının olmadığına inanır hoca. Bir sebebe bağlamadan hiçbir şeyi olduramayacağına inananlardandır Hoca. Âkif’in Fatih Kürsüsünde söylediği gibi (Mehmet Âkif ERSOY’un Safahat (Fatih Kürsüsünde) kitabının yeniden yorumlanmış metni için bkz. Kenan GÖÇER, Safahat’ın Ulu Ortası: Fatih Kürsüsünde, Okur Kitaplığı, 1. Bas., İstanbul, Mayıs 2013. s. 111-115):

“Kadermiş! Öyle mi? Bu söz doğru değil:

Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.

Ne istiyorsan sonucu da öyle olur doğrusu

Allah’ın seni ezme gibi bir olasılığı mı var?

“Çalış!” dedikçe Kur’an, çalışmadın durdun;

Onun adına birçok boşinanç uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, nasılsa Allah özel hizmetçin ya!

Notunu alsın yapacağın işlerinin, evden çıkarken sabah;

Madde madde oku yazdırdığın not defterinden;

Özel kalemin gibi bütün işlerini Rabb’im görür.

Yükünü hafiflet! Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…

İşlerine Allah bakıyor ya, keyfine bak!

Onun nimetler hazinesi kendi kasandır,

Havale et ne kadar masrafın olursa verir!

Silahı kullanan da Allah, sınırları bekleyen de O!

Gerekli malzemen bitmiş mi? Hemen ekler O!

Çekip kumandası altında ordu ordu melek

Senin adına kâfirleri yerle bir edecek!

Başın sıkıldı mı, bir seslenmen yeterli

“Yetiş!” de, ya kendisi gelsin yahut Hızır’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, bakmak O’nun görevi

Şifâ hazinesi hemen oluk oluk akacak.

Demek ki her şeyin Allah: Hizmetçin, işçin O,

Çoluk çocuk O’na ait: Bakıcın, bacın, dadın O,

Muhasebe müdürün O, kâhyan, vezne müdürün O,

Alış seninse de, verişten sorumlu olan O,

Denizde savaş olacakmış… Gemin o, kaptanın O,

Ordu lazım imiş... Askerin, kumandanın O,

Köyün yasakçısı, şehrin vergi dairesi başkanı O!

Aile doktorun, eczacın, özetle hepsi O;

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerek... Ne saygısızlık bu!

Allah’ı kendine kul yaptın, kendin oldun Allah,

Utanmadan da tevekkül diyorsun bu yersiz cesarete!

Yahudiler Üzeyr’e, Hristiyanlar Mesîh’e:

Allah’ın oğlu, dediğinde birlik inancı yok oluyor da,

Allah’a ortak koşman nasıl bağdaşıyor imanla?

Her işi Allah’a bırakmak, O’nu yönetmek midir?

Kur’ân kimin için inmiş, düşünmez misin?

Sorsalar kitabın muhatabını, “Allah!” diyeceksin,

Oysa O’nun emirlerine savaş açan aynı düşkünler,

Kendi sorumluluklarını Allah’a yöneltiyorlar!

İnsan, şu serserilerin hallerini görünce,

En küçük işte bile neden-sonuç ilişkisini kurmazsa,

Başarmanın imkânı var mıdır acaba?

Ahmaklıktaki üst sınırı aşıyorsun… Yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerede var? Göster!”

Nasreddin Hoca, Âkif’in dediği gibi, “ekilmeden biçilen tarla”nın varlığına inanmaz. Eğer birileri, bir sözle ve duayla gölü yoğurt yapabileceğini iddia ediyor ve peşinden binlerce inanmış insanı peşinden sürüklüyorsa, Hoca buna karşı çıkar. İllâ, göl yoğurt olsun isteniyorsa, onu mayalamak gerekir. Yoğurt olacaksa, maya çalındıkdan sonra olmalı. Tabi o da mümkün değildir. Çünkü süt mayalanır, yoğurt veya peynir yapılır. Mayalanmadan süte “yoğurt ol, peynir ol!” demekle süt, peynire-yoğurda dönüşmez. Hoca gölü mayalarak, sadece sebeplere inanılmasını da eleştirmiş oluyor. Çünkü bağ eksik burada da. Herşey mayalanmıyor yani. Maya, sadece süte çalınıyor.

Âkif de, bu çerçevede Hoca’nın yolundadır, mezhebindedir. Fatih Kürsüsünde’ki emek vurgusu, Hoca’nın takipçisi olduğunu gösterir, başkasının değil. Kalite’nin bir nokta değil, bir çizgi olduğunu kabul edenler, Nasreddin Hoca’dan Âkif’e bazı eksikleriyle aynı çizginin uzandığını fark edebilirler. Eksik olan yer, takılmadır. Bu takılma, Anadolu köylerinde hâlân yaşayan, kırmayan, karşılıklı bir kabullenişi içeren ince alay, gülüş ve tebessüm karışımı bir şakadır.

imag1Sadede gelelim

Dünyanın ortasının, Hoca’nın yaşadığı, ayağının altındaki yer oluşu, Hoca’nın tarihe meydan okuyuşudur aslında. Güneş, neredeysek orada bulacak bizi. Hoca’nın bulunduğu yer, her zaman ve her yerde, dünyanın ortası olacaktır. Güneş, nasıl içinde bulunduğumuz evrenin bizce merkezi, ortası ise; Hoca’nın durduğu yer, elinin uzandığı, gücünün yettiği yer de, dünyanın merkezi, ortasıdır.

Dünya dediğimiz ol nesne, dünya kurulalı beri Sarı Mehmetleri öldürüp, Kuyucaklı Yusufları süründüren şeydir ki, onlara zalim diyoruz. Zalimler içimizdeyse, onlara da el-insaf çekiyoruz. İnsaf, nısf kökünden “yarım” anlamına gelen Arapça bir kelime. Bu yüzden Ortaya gelsene diyoruz. Hoca’nın izindeyiz. Hoca’nın durduğu yerdeyiz. Dünyanın ortasına çağırıyoruz Müslümanları. Müslüman, ortayı bulan, ortadan sapmayan, kitabın ortasından konuşandır çünkü. Ümmet, ortadır. Orta dünyadır medeniyet. Ümmîdir, derken Peygamber, ortalama yurdun insanı demek istemiştik.

Bir cesaret işidir zalime karşı orta’yı savunmak. Ortaya çıkmak, arenaya çıkmaktır bir bakıma. Şeffaflığı kabul etmektir yönetişim dünyasında. Gıllı gışlı işlerden uzak olmaktır. Karanlık bölgelerde durmamak, karanlık tiplerin korkulu rüyası olmaktır ortada olmak. Cesaret ister.

Ben varım diyebilen bir gençliktir ölümü göze alan. Her mahallede bir milyoner yaratmak hevesinde değil, her mahallede fakir bırakmamak ülküsünde olmaktır ortayı savunmak. Cesaret ister; elde kılıç, omuzda tüfenk ister. Ki, şehre (or-hun) bir saldırı olduğunda, ahi teşkilatı gibi, çıkıp savunacak or-han ister. Ahi Evren gibi tüketimin değil, üretimin ve üreticinin yanındadır.