Menu
MELEK HANIM'IN ELİ
Öykü • MELEK HANIM'IN ELİ

MELEK HANIM'IN ELİ

O da eskilerdendi. O eli maharetli, başı örtülü, dili dualı, hayatı nübüvvet örnekliğini dillendiren kimselerin, hanım teyzelerin son kırıntılarındandı. Elden ele, nesilden nesle gezinen bir yeteneğin belki de son temsilcilerindendi. Adı/ünü çevresindeki pek çok neslin hafızasına ve sinesine kazınmıştı. Mutlaka ya nicelerinin bizzat kendilerine şifa aracısı olmuş ya da bir yakını derdine onunla deva bulmuştu. Evet, bir Melek Hanım vardı eskiden. Yıllar yılı Küçükyalı’da mütevazı bir evde insanların kırık-çıkıklarını tedavi etmiş olan bir hacıanne vardı…

Melek Hanım’ın namı oldukça yaygındı aslında. Biraz efsaneleşmiş olsa bile onun tedavi ettiği kimseler içerisinde Türkan Şoray gibi oldukça ünlü isimlerin olduğu da biliniyordu. Kendisinin elleri ile şifa bulan insanlar onu sık sık ziyaret eder, yıllar geçse dahi kendisine teşekkür etmek için mutlaka yollarını onun küçük hanesine düşürürlerdi. Kazandığı en önemli şey ise, nice doktorların kendileri için bir şey yapamadığı pek çok hastanın ardı arkası kesilmeyen hayır duaları olsa gerekti. Öyle ya, Melek Hanım eskilerdendi. O dili dualı eskilerden. Bildiğim kadarıyla ücret almıyordu. Ama o önü keseli ve ceplerinde ekseriyetle bez vs. bulunan mavi iş elbisesine üç-beş kuruş bırakan olursa da sanırım reddetmiyordu. Yaptığı hizmetin mukabili ise kesinlikle çok daha fazla olmalıydı.

Bir Hacıbabam vardı. Kendisine yetiştiğim ama büyüklüğünü tam olarak idrâk edemediğim muhterem dedem. Pehlivan yapılıydı rahmetlik. Belindeki ağrıdan dolayı ancak iki kişinin koluna girmesiyle yürüyebiliyordu bir zaman. Gidilmedik hastane, görülmedik doktor kalmadı. Koca koca iğneler yiyor, beline, sırtına sarılan kalın kalın kemerlerle sağa sola çekiliyordu. Ama bir türlü ağrısından kurtulamıyordu. Babamın tavsiyesi ile Melek Hanım’a gidilecekti en son. “Bunca doktor bir şey yapamadı, o yaşlı teyze ne yapabilir ki” itirazlarının arasında yola koyuldu kayınpeder-damat ve bir refakatçi. Tesadüf o ya Melek Hanım da yeni ameliyat olmuş o sıralar. Hacıbabayı yere yüzü-koyun uzatmış, omzundan yere bastırmalarını istemişti babamdan. Kendisi ise bacaklarını yukarı doğru kaldırıyor, indiriyor. Çatır-çutur sesler, inlemeler arasında Melek Hanım baş tarafına geliyor hastanın ve omuriliğine basa basa ta kuyruk sokumuna kadar iniyor. Her bir hamlesinde sanki yerini bulmuş lego sesleri. Ve işi bitiyor, emri veriyor: “Kalk ayağa!” Hacıbaba “nasıl kalkayım” tereddüdünde, Melek Hanım kararlı. Hacıbaba yavaş yavaş doğruluyor aylar sonra, iki kişinin kolları arasında geldiği mekandan hayret içerisinde ve kendi kendisine yürüyerek çıkıyor.

Bu gibi hâdiselerin yüzlerce örneği vardı. Çenesi çıkan, beli ağrıyan, bir yeri kırılan soluğu onun evinde alırdı. Çıkıkları hemencecik yerine oturtuverir, kırıklara ise müdahale etmez, çoğunlukla ufak bir tekitken sonra hastanelere yönlendirirdi. Öyle ya, Melek Hanım o maharetli eskilerdendi. O dili dualı, insaflı eskilerden… Melek Hanım tedavi ettiği hastalara tavsiyelerde de bulunurdu elinden geldiğince hatırladığım kadarıyla. Kimilerinin yerine oturtulan uzvuna et konulmasını ister, kimilerinden bir süre sabit olarak yatmasını, daha yaşı ufak olanlara ise bir müddet top peşinde koşulmamasını salık verirdi. Kendisinden sonra herhangi birine el verdi (bu deyim de yitiyor modern dünyadan git gide) mi bilmiyorum. Kendisinin vefatından sonra o çevreye uğradığımı da hatırlamıyorum. Sanki onunla birlikte yıllardır süregelen bir gelenek de son bulmuştu. Maziye dair sürdüğümüz izlerden biri daha sosyal hayattan çekilmişti.

Evet, vakti gelince oluyordu her olması gereken. Melek Hanım direnemezdi belki de bu günlere; insanların diplomalı olmayanları hakir gördüğü, tecrübenin ve duanın önemsenmediği, erdemin makam/mevki sahibi olmakla karıştırıldığı, maddî olanın fazlasıyla öncelediği bu keşmekeşi yoğun günlere… Çok zayıf kalırdı bu zalim zamanda o da. Ve şimdinin ezilen ve susmak zorunda kalan iyileri gibi boynu iyice eğilirdi öne doğru sanıyorum. O ve onun gibilerin masumiyeti çekildiği zamandan beri sosyal hayattan, bereket de gitti vesselam. Çünkü bereket dualı dillerde, ihlâslı sinelerde ve yıllar yılı nesilden nesle aktarıla gelen bir geleneğin temsilcisi olmakta idi. Köksüz kalan, bir asla dayanmayan her şey ise er veya geç yıkılmaya mahkumdu.

Sözün özü, yitti, gitti Melek Hanım gibiler ıstırabını bizim çekmek durumunda kaldığımız bu diyardan. Her iyi gidiyor, onu biliyor da insan, Melek Hanım gibi tam da ihtiyaç duyulduğu anda bulunması gereken iyi’lerin (ki galiba her ‘iyi’ böyle) gidişleri daha bir değişik oluyor. Kapısını çalıyorsunuz bedeninizin herhangi bir yerinin acısının vurduğu yüzünüzle ve boynunuz bükük kalıyorsunuz öylece. Allah mekanını cennet eylesin…