Menu
NEFES - HARF - NEFİS
Deneme/İnceleme/Eleştiri • NEFES - HARF - NEFİS

NEFES - HARF - NEFİS

Harf ve kelimenin sözlükteki anlamları tasavvuftaki kullanımlarına denk düşmese de, bu iki kelimenin kök anlamlarındaki ‘semantik uyum’undan beslenen kimi mütekabiliyetlerle bunların tasavvuftaki anlamları adeta bir’leştirilmiş olarak kullanılır.

Harf (hrf; çoğulu uhruf / hurûf) kelimelerin onları birbirine bağlayan uçları demektir. Kılıcın sivri ucu, kenarı; geminin yanı; dağın sivri uçlu zirvesi gibi ilgili Arapça terkiplerlerde ‘uç ve kenar’ anlamlarını içerir.

Kelime (klm), yara (kelmün) [onun izi eseri, belli aşikar olarak olacak şekilde yaraladım: Kelemtühü] demektir.

Kelime hem Hz. Adem’e (‘kelimâtin: bir takım kelimeler’ olarak; Bakara 2:37) öğretilmesi hem de harfleri içermesi bakımından harften önceliklidir hatta çoğunlukla harfin yerine kullanılır.

Nitekim bunu, Seyyid Mustafa Rasim Efendi “Istılâhât-ı İnsan-ı Kâmil’inde  ‘Harf ve kelime, Eşyâ ilminde iken basît olup, ma’nâ olduğundan harf ıtlâk olunur. Ve âlemi misâle ve bu şahâdet âlemine geldikte mürekkep olmakla kelime ıtlâk olunur.” şeklinde ifade ederken kelimeye ‘kalb’ anlamanını yükleyerek, Hurûf, Hurûf-i âliyat ve Hurûf-i âsliye’nin anlamını da Ankaravî’den nakleder: “Meşiyyet-i ûlâda olan eşyâya, ıstılâh-ı sûfiyede butûn ve zuhûr câniblerini mülâhaza ile hurûf ve hurûf-u aliyât ve hurûf-u asliye derler. Ya’ni âlemin hurûf-u âliyâtı var ve şecerin ve sâir eşyânın hurûf-u âliyâtı vardır. Eşya birbirinden temeyyüz bulmazdan evvel kümûnda iken, eşyâya hurûf ıtlak ederler. Birbirinin aynıdır, temeyyüz yoktur. Hurûf-i âliyât, şuûn-u zâtiyye ve hakâyık-ı ayniyyeye ve a’yân-ı sabiteye hurûf-i âliyât derler.”

Bu cümleden olarak sözün akretip’e (a’yân-ı sabite’ye) gelip dayanmasına göre harf/kelime konusunun tasavvufu kurumlaştıran bir isim olarak İbn Arabi’nin düşüncelerine bağlanması kaçınılmaz gibidir.

Ne var ki, Fütuhât-ı Mekkiyye’sinin birinci cildinin dördüncü kısmının ikinci bölümünü ve altıncı kısmını harflere tahsis eden İbn Arabi, diğer ciltlerde de yer yer bu konuyu işler. İşleme biçimi etimolojik bir ‘özel deha’yı içkin olmasının ötesinde nazari (akli) değil, ‘keşf’ esaslıdır. Dolayısıyla bu keşfe erişmek son derece zor olduğu kadar onun perifesinde olsun birşeyleri kavramak, anlamak da bir o kadar zordur.

Bu zorluğu Füsûsu’l-Hikem şârihi Bâlî-i Sofyavî ‘fass’ kelimesiyle ilgili şu açıklamasından da görmek mümkündür: “Fass kelimesi bu kitâpta (Fusûs’ta) dört mânâda kullanılmıştır. Birincisi fass kelime demektir. (Fusûs sahibi) bunu şöyle ifade etmiştir: ‘Her hikmetin fassı ona nisbet edilen kelimedir.’ Fass kelimesi müpteda (özne) kelime lafzı da haberdir (yüklem). ‘Yüzüğün kaşı nasıl yüzüğün bir parçası ise, alem de onun varlığıyla tamamlanmıştır.’ Bu mânâya göre peygamberlerin ruhları yüzüğün kaşı, varlıklar da kaşa göre yüzük durumundadır. İkinci fass ‘kalb’ manasına gelir. Buna da fass kelimesini mübteda, ‘fî kelimetin’ sözünü de haber yaparak, ‘ilhamlı hikmetin fassı, ondan sonra da sayılan diğer faslar’ sözüyle buna işaret etmiştir. Bundan sonra fassı mübteda yaparak, ‘fî kelimetin’ ifadesini de perdeleyerek (yani haberin önüne edat getirerek) haberi örtülü bir hale getirmeyi murâd etti. Bu durumda peygamberlerin kalpleri yüzüğün kaşı, ruhları da kaşa göre yüzük durumundadır…” (Nakleden: Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kalem Yayınevi, Trabzon 2006)

Bu belirlemelerimizden hareketle Fütuhât-ı Mekkiyye’nin işaret ettimiz ilgili kısım ve bölümlerini tematik ayrımlarla buraya aktarmamızın ne bize ne de okurlara karışık, anlaşılması zor malumat sunmanın ötesinde bir yararının olmayacağı açıktır.

Bunun yerine biz, İbn Arabi’nin harf(ler) konusundaki temel yaklaşımını vermekle yetinmeyi ve asıl -anlayabildiğimiz ölçüde- onun tasavvuf anlayışı içinde durarak kendi genel yorumumuzu iletmeyi tercih edeceğiz.

mmHARFLER DE BİR ÜMMETTİR

1-“(H)arfler de bir ümmettir, onlar da yükümlü ve muhataptır. Onların içinde de kendi türlerinden elçiler vardır. Harflerin de kendileri bakımından birtakım isimleri vardır ki, bunu sadece bizim yolumuzdan olan keşf ehli bilebilir. Harfler âlemi, dil bakımından en fasih ve açıklama yönünden en duru âlemdir. Harfler, genelde bilinen âlemin kısımları gibi, çeşitli kısımlara ayrılırlar. (…) Harfler içinde de avam, seçkinler, seçkinlerin seçkinleri, seçkinlerin seçkinlerinin özünün özü vardır.” (Fütuhât-ı Mekkiyye 1, Çeviren: Ekrem Demirli, Litera yayınları, İstanbul, 2006)

2-“Harf, Hakk’ın söylenmiş kelamının parçalarıdır. ‘Harf, Hakk’ın kendisiyle sana hitap ettiği ibârelerdir (FM).’ Harf, herhangi bir âlemdeki tikel hakikattir. Söz konusu hakikat sübût âleminde ‘görünmez harf’ dış varlık aleminde ise ‘haricî harf diye isimlendirilir. Bu hakikatlerin birleşimiyle kelimeler ortaya çıkar: Buna göre insan söz gelişi zâtında çeşili hakikatleri toplaması yönünden bir kelimedir. “[Âlemin hakikatleri] insanda tükellikleri yönünden harfler, bileşik bulunmaları yönünden ise kelimeler diye isimlendirilirler. Aynı şekilde varlıkların zâtları da tek başlarına harf, birleşmeleri yönünden kelimelerdir. (FM)”. “Varlık bir harftir, anlamı sensin / Benim âlemdeki yegâne emelim O’dur / Harf bir anlam, harfin anlamı ise onun sâkinidir / Onun anlamından başka hakikat müşahede etmezsin / İlah azîzdir, hiç kimse O’nu ihata edemez / Bundan sonra ise biz O’na sığındık. (FM)” (Suad El-Hakîm, İbnü’l Arabî Sözlüğü, Çeviren: Ekrem Demirli, Kabalcı yayınevi 2005)

3-“(K)elimeler için harfler, cismimizin varlığını ayakta tutmak için su, toprak, ateş ve hava gibi maddelerdir. (Söz konusu unsurların bileşiminden) sonra Allah emrinden olan ruhunu ona üflemiş ve insan olmuştur. Nitekim rüzgâr da istidat kazandığında kendisine üflenip cin olduğu gibi, ışıklar istidat kanazdığında ilâhî emirden olan ruhun üflenişini kabul ederek melek olmuştur.

Kelimelerin bir kısmı insana benzer, bu kısım çoğunluktur. Bir kısmı, meleklere ve cinlere benzer ki her ikisi de cindir (görünmezdir), bunlar azınlıktır. (…)

İnsanın şu dört hakikat arasında tasarrufta bulunduğunu görmez misin: Kendi hakikati, rabbanî hakikat, şeytanî hakikat ve melekî hakikat. (…) Kelimeler aleminde bu durum harflerden birisinin kelimeler alemine girip hakikatinin gerektirdiği şeyi onda meydana getirmesidir.” (Fütuhât-ı Mekkiyye 1, Çeviren: Ekrem Demirli, Litera yayınları, İstanbul, 2006)

4-“Hüseyin b. Mansur’un (Hallac’ın) ilmi de buydu (İsevî ilimdi). Hallac vb. gibi yoldaşlarımızdan birinin harflerden söz edip şöyle dediğini duyabilirsin: ‘Falanca harfin uzunluğu şu kadar kulaç veya karış, genişliği de şu kadardır.’ Böyle bir ifadede, uzunluk bir harfin ruhlar âlemindeki fiilini; genişlik ile cisimler âlemindeki fiilini ifade eder.” (Fütuhât-ı Mekkiyye 2, Çeviren: Ekrem Demirli, Litera yayınları, İstanbul, 2006)

5-(H)arfler birbirlerine eklenerek düzenlenip kelime –ki (yara anlamındaki) kelem’den türtetilmiştir- olmadan harekeler âlemiyle harfler âleminin karışımında bir yarar yorktur. Harflerin düzenlenmesi, yaratılışımız hakkındaki şu ayetteki (duruma) benzer: ‘Onu düzenleyip ruhumdan üflediğimde’ (Hicr, 15:19). Bu, düzenlendikten sonra söz konusu harflere harekelerin konulmasıdır. Böylece (ruh üfleme sayesinde) içimizden birisi insan diye isimlendirildiği gibi (harlerin birleşip harekelenmesinden de) kelime diye isimlendirilen başka bir yaratılış meydana gelir. İşte kelime ve lafız âlemi, harfler aleminden böyle meydana gelir.” (Fütuhât-ı Mekkiyye 1, Çeviren: Ekrem Demirli, Litera yayınları, İstanbul, 2006)

HARFLER NEFESE YÜKLENMİŞTİR

İlahi kudret, harfleri ses ile ortaya çıkarılacak şekilde insanın nefesine yüklemiştir.

Diğer bir söyleyişle insan nefesi bilinen ve gelecekte bilinecek olan harfilerin tamamını içkindir. ‘İçkinlik düzlemi’ni Deleuze gibi, ‘(H)er bir sistemin parçaları arasında ve sistemlerden biriyle diğeri arasında kurulan, onları boydan boya kateden, karıp yoğuran ve mutlak olarak kapalı olmalarına engel olan koşula tabi kılan hareket (hareketin yüzü).” (Gilles, Sinema I- Hareket-imge, Çeviren: Soner Özdemir, Norgunk Yayınları, İstanbul 2014) olarak anlarsak, aklın, algılamanın, anımsamanın, tahayyül etmenin, ‘irade etmenin’ de nefes’e dahil oduğunu vebu çok’lu sistemde harflerin bir’lik bir edimle ifadesinin ise mahreç eğitimine bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

Dolayısıyla dil / lisan dediğimiz şey var ve var olabilecek tüm harfleri -zikrettiğimiz içkinlik içinde- içkin olan insan nefesinin mahreçten talep ettiği şeye göre şekillenir ve biz nefes ve mahrecin bu ilişkisinden meydana gelen belli dil sistemlerinden bir ya da birkaçını öğrenir, yazar, okur ve konuşuruz.

Harflerin nefesimize yüklenmiş olması, bizim (insan olarak) yaratmadan yana nasibimize işaret ettiği kadar, yine yaratmadan yana acizyetimize de işaret eder.

HARF YARATAN HARF

Şöyle ki, harflerin imgeleri zihnimizde belirdiğinde biz her birini bu belirişle eş-zamanlı olarak nefesimizde ve mahrecimizde ‘hareket’e dönüştürürür, dolayısıyla onları kelimeler halinde yokluktan varlığa çıkarmış (söylemiş) yani yaratmış oluruz. Diğer bir söyleyişle harflere nefesimizle nefis (hüviyet) kazandırma harketini ‘biz’ gerçekleştirmiş oluruz. Aynı şekilde harfleri yüzeyi ‘boş’ bir levha üzerine işlerken de onlara boş’lukta (yok’lukta) bir varlık kazandırmış olmakla, buna mahsus hareketin de sahibi olarak yaratma fiili buna döner.

Bunların insan nefesinde gerçekleşebilmesi onun istidadının da buna uygun olmasındandır; insan kendisi bir harftir, dolayısıyla başka harfleri kendisine çeker ve bu manada harfleri içkin olan nefesi de boş bir levha (akışa uygun bir kanal) olarak düşünmek mümkündür.

Boş’luk yokluk demek değildir. Boş’luk yok’lukta belli maksatların ifasına dönük olarak ondan ‘ayrılmış’ olan şeydir. Suyu muhafa etmek üzere yapılan testideki ya da ikamet etmek için inşa edilen bir odadaki boşluk gibi bir boşluk… Testi suyu, oda insanı içermek için bu boşuğa muktaçtır. Öte yandan insan da harfleri, kelimeleri muhafaza eden bir harfî bir boşluktur (nefestir).

Nitekim, Hz. Peygamberi’in “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: güzel koku, helal kadın, gözüm nuru namaz.”Hadisi de bu boşluğa (ve boşluk oluşturmaya) işaret eder. Koku boşluk varsa yayılır; erkek kadında boşalır; namaz ellerin kulaklar hizasındaki ters hareketiyle önün (dünyanın) boşaltılmasıyla başlar.

Dolayısıyla harflerin ve kelimelerin nefese dolması da onun boşluğundandır. O boşluğa (var iken yok olana) dolanın dışlaşma hali ve etkisi de insan ile kaimdir. Diğer bir söyleyişle boşluğa tesir edenle (Yaratıcı’yla), O’dan tesirlenenin yaratma tesirinin bir sonucudur haflerin ve kelimelerin ortaya çıkışı.

Tesir eden’le tesirlenen arasındaki ilişkinin düzeyini de yine buradan fark ederiz. Tesirlenen tesire edenine karşı, onun Yaratmasıyla yaratmasının bir ifadesi olarak tesirlenişini tesir edenine iade eder. Bu iade edişte bir nezaket vardır. Tıpkı insanın ‘Bismillah’ kelimesiyle Rabbine teşekkür etmesindeki gibi. Çünkü Besmele nasip edilmiş bir imkanın, fiilin, rızkın vb. kullanılma talebini içerir.

Aynı şekilde genelde sanat, özel edebiyat da (öncelikle şiir olmak üzere) bu ilişkinin bir örneğidir. Yaratıcı’dan ilham, bağış, istihkak, nasip vb. yolla gelerek kelimeye (kelimeler dizi olarak metne) dönüştürülen harflerin ‘Sen’den geleni bildim ve onunla Seni ve zikredilmeleriyle seni gösteren şeyleri zikrettim’ demenin adıdır edebiyat ya da Yunus Emre’nin şu ilahisindeki gibi ‘cem’i-tevhid’i idarak etmektir:

Dağlar ile taşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni

Seherlerde kuşlar ile  / Çağırayım Mevlâm seni

Sular dibinde mâhiyle  / Sahralarda âhû ile

Abdal olup yâhû ile  / Çağırayım Mevlâm seni

Gök yüzünde İsâ ile  /Tûr dağında Mûsâ ile

Elimdeki asâ ile  / Çağırayım Mevlâm seni

Derdi öküş Eyyûb ile  / Gözü yaşlı Ya’kûb ile

Ol Muhammed mahbûb ile  / Çağırayım Mevlâm seni

Bilmişim dünya halini  / Terk ettim kıyl ü kâlini

Baş açık ayak yalını  / Çağırayım Mevlâm seni

Yûnus okur diller ile  / Ol kumru bülbüller ile

Hakkı seven kullar ile  / Çağırayım Mevlâm seni

ADI DİLİMİN UCUNDA

Bir kelimeyi söylemek isteriz; kendimizi ona dilimizdeki tat kadar yakın hissetmemize rağmen hatırlayamayız; varlığını biliriz, ona “sanki” dokunuruz ama erişemeyiz bir türlü; “adı dilimin ucunda” deyip dursak da o uç bir uçurum gibi açışıverir önümüzde.

"Adı dilimin ucunda olan"ın her arzulandığında “olmayışı”yla ilgili iki yön vardır.

Birincisi dilin ucunda olan kazanılmış olan değildir, emanet olarak alınmış olandır. Emanette ise ehli gözetilir ve bu manada harfe/kelimeye sahip çıkıp çıkmama, diğer bir söyleyişle emanet edilenin kıymetini bilip bilmeme hali insana bitişiktir.

İkincisi insan aklının ve duyularının gücüne onlar sağlıklı bir şekilde “işlediklerinde” güvenilir ancak bu güven bir süreklilik içermez. duyulardan bir ya da ikisinin yokluğu aklı topal bırakmaya yeterli gelebileceği gibi akılla ilişkisi kesilmiş duyuların da duyu olarak bir hükmü kalmaz.

Bu nedenlerle Hz. Peygamber her fırsatta Rabbinden afiyet ve ilmini artırması talebinde bulunmuş, onun varisleri olan veliler de sahibi oldukları bilgiyi Allah'a nispet ederek, kelimeleri O'dan aldıklarını, onlara aracılık etmekten öte bir hükümlerinin bulunmadığını teyidli olarak belirtmişlerdir.

Yukarıda zikrettiğimiz şekliyle harflerin ve dolayısıyla kelimelerin 'yaratılması' konusuna da bu düzeyden bakmamız gerekmektedir. Bir harf olarak insan, eşayayı tanımlamaya mahsus harf ve kelimelerin “göksel kanal”ı olarak seçilmiş olmakla Yaratıcı'nın yaratmasında bir yaratıcı durumundadır. "Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı." (Enfal, 8:17) ilahi kelamında olduğu gibi edilgen iken etken hale getirilmekle bir etkiyi yüklenmiştir. Bunun ötesinde insanın bir yaratıcılığı yoktur. Kaldı ki, böylesi bir yaratıcılığın her aşaması da yine Yaratıcı’nın takdirine bağlıdır. Bu nedenle Allah "kün" kelimesi ile yaratırken, insan "Bismillah" kelimesi iler yaratır. Yani inasanın yaratması ancak Yaratıcının yaratmasıyla mümkün bir yaratma olmakla yine Allah'a yönelir.

Bu durumda yazımızın ilk paragrafında berlittiğimiz ‘semantik uyum’ bağlamında nefesteki harflere nefis (hüviyet) kazandırmanın, kazandıranda bir “nefsaniyyet” artışına neden olması mümkün bir durumdur. Ki, sanatçıların büyük bölümünde görülebilen kibrin kaynağını da bununla irtibatlandırmak da yanlış olmasa gerektir.

O halde mü’min kula (harflerin ve kelimelerin sahipliğini idrak edebilenlere) düşen, bir anlamı da “zelil” olan dünya toprağından, yani zelil olanda en zelik olandan yaratılmış olduğunu düşünmesidir. Ancak bu şekilde “seçilmişlik” teki ilahi maksat ile kul oluştaki ilahi hikmet bir’leştirilerek şeytanın iğvasından kurtulmak mümkün olabilir.

SONUÇ

Harflerinin anasının Elif ve onun varlığının da noktanın hareketine bağlı olduğunu söyleyen İbn Arabi'nin gerek harfler gerekse harfleri içkin olan kelimeler hakkında söyledikleri "keşfi bilgiye" dayalı olduğundan bu keşfe maksus ilgili kodları çözmeden keşfi ihata edebilmek mümkün değildir. Ancak yine de bu bahiste dünya kelamıyla aktarılması kabil olanları aktardığından, onu anlamayı samimiyetle talep edenler için de aktardıklarından bir nasip mutlaka vardır. Bu nasip keşf olmasa da bir tür feth, bir tür inşirah, bir tür pencere aydınlığı şeklinde harfler / kelimeler konusunda  kimi yeni bakış açılarının kurulmasına 'vesile' olabilir.

Biz bu yazımızda ne keşfe ne de söz konusu vesileye muhatap olmadığımızın bilincinde olarak, İbn Arabi'nin konuya esas kimi yaklaşımlarını, bunların içinde durmak suretiyle işaretlemeye çalıştık.

Bu çabamızda doğru olan ne varsa İbn Arabi'ye; eksik, yarım, tartışmalı, şüpheli her ne var ise bize aittir.

(MAHALLE MEKTEBİ, TEMMUZ 2014, SAYI: 18)

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.

Diğer Yazıları