Menu
SANAT VE KAVRAMLAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • SANAT VE KAVRAMLAR

SANAT VE KAVRAMLAR

İhsan Fazlıoğlu, İtibar dergisinin yeni sayısında (Eylül 2014; 36) yer alan ‘Hakikat mi Gerçek mi: Hangisi Hakikidir’ adlı yazısında ‘football’ kelimesinin ‘ayak-topu’ olarak çevrilmesine verilen tepkiyle, ‘kuretu’l-kadem’ olarak (Arapça) karşılanmasına gösterdiğimiz tepkisizliği konu edinirken şu tespitte bulunuyor:  ‘İngilizce bir kelimenin Türkçe çevirisini garipseyen bir zihnin, aynı kelimenin Türkçesiyle eş değer Arapça çevirisini (...) hiç bir tepki vermeden kullanmasını, ana-dilde soyutlama / kavramsallaştırma yetisinin zayıflığı, dolayısıyla ad verme ürkekliği hatta korkaklığı olarak görüyorum.(...) (Ö)z-güveni zayıf kültürler adlandıramazlar; adlandırılırlar. Adlandırma bir tür algoritmadır; hu nedenle adlandırma yetenekleri güçlü kültürlerin, zayıf kültürleri kuşatacak ve belirleyecek daha karmaşık adsal örgüler kurabildikleri, başka bir deyişle karşı kültürün algoritmasını içerecek daha işlevsel sayısal / kavramsal örgütlenmeleri formüle edebildikleri için, ötekini hem idrak etme hem de tayin etme becerileri yüksektir.’

Buradan baktığımızda Batı kültüründen çok daha yakın olduğumuz, hatta imani bir gereklilik gibi gördüğümüzden yakınlığımızı bir iddiaya dönüştürdüğümüz İslami kültürle ilişkimizin tam da bu ‘adlandırma’ noktasında kırıldığını fark edebiliyoruz.

Fazlıoğlu’nun bugünkü ‘gerçek’i adlandırabilmek için ‘hakikat’i (hakikiliği) merkeze almasını, söz konusu kırılmayı da giderecek şekilde İslam kültürünün içinden doğan sanata mahsus diğer kavramların (hazır, yakınlık iddiasını da taşıyorken) yeniden güncellenmesine ve dolayısıyla bunlar üzerinden yeni bir sanat dilinin kurulmasına dair bir teklif (hatta bir vaad olarak) benimsememiz de mümkün görünüyor.

Şöyle ki, ‘geleneksel edebiyatımıza sahip çıkma modası’na uyularak Osmanlı Türkçesi’nden bugünkü alfabeyle Türkçeleştirilen Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ını Fazlıoğlu’nun kelimeleriyle ‘gerçeği değil, hakikati önemsediğimiz için’ okumak istediğimizde başta hakikat, hakikilik ve hakikatlilik olmak üzere hafıza, hayal, tahayyül, mütehayyile, musavvire (kuvve-i hayal), tefekkür, hiss-i müşterek, vehim,  suret, resim, vesem, sezgi, rüya, berzah... vb. kelime ve kavramları, temsil ettiği inanç ve kültür bağlamı içinde doğru adlandırabilecek şekilde kendi gerçeklikleriyle ve  Türkçe’deki yeni karşılıklarıyla birlikte okuma imkanından yoksun isek onu zoraki okumamız da tıpkı yeni yayımındaki maksada uygun olarak ‘moda olması nedeniyle okuma’ya dönüşecek, dolayısıyla bu okuma ne eylem olarak kendisini ne de eserin manasını bereketlendirmeyecektir.

Örneğin Arapça ‘suret’ kelimesine el-İsfahani’ye yaslanarak yakın bakalım: Resim, şekil, hey’et, form, nüsha, portre, keyfiyyet demektir.

Essuretü: Kendisi aracılığıyla maddi varlıkların (A’yan’ın; biçimlerinin zihne) nakşedildiği ve (yine) kendisi aracılığıyla maddi varlıkların birbirlerinden ayırt edilebildiği şey (suret, biçim, şekil ya da form) dur. İki çeşittir:

Birincisi: Algılanabilir (suret). Bunu havas ve avam herkes idrak eder, hatta insanlar ve hayvanlardan çoğu idrak eder. Örneğin insanın, atın ve eşeğin gözle algılanan sureti gibi.

İkincisi: Akli (suret). Bunu avam olanlar değil yalnızca havas olanlar idrak eder. (...) Bunun için akıl, tefekkür, düşünme ve bir şeyin başka bir şeyle ilgili özel olarak sahip oldukları ‘manalar’ gibi.

Yine el-İsfahani, Neml Suresi’nin 87. ayetinde geçen “sur” kelimesi hakkında da şunları söyler:

‘Bu(rada zikredilen ‘sur’) ‘içine üflenen boynuza benzer bir şeydir. Yüce Allah bunu (gizli, saklı ruhların) kendi cisimlerine dönüşü için bir sebep kılacaktır.

Bir haberde ‘surun içinde insanların tümünün suretlerinin bulunduğu’ rivayet edilmiştir.

Öte yandan İbn Arabi ‘Allah suretleri boynuz tarzında yaratmıştır. Bu isimlendirme, komşuluk veya sebep nedeniyle bir şeyin başka bir şeyin adıyla isimlendirilmesinden kaynaklanır. Boynuz, bütün berzah suretlerinin mahallidir. Ölümden sonra ruhlar o berzaha intikal eder ve uykuda da orada bulunurlar.’ kaydını düşmüştür.

Konu buraya gelmişken ‘resim’ kelimesine de hızlıca yine İbn Arabi’den bakalım: Resim’i ‘Hakk’ın kulun üzerindeki eseri’ olarak tanımlayan İbn Arabi şu yorumu yapar: ‘Her hal, makam ve müşahedenin kendilerine ulaşan kimsede bir etkisinin bulunması gerekir. İşte bu etki resimdir. (…) Bu resim alemde kendisinden ortaya çıktığı ilahi mertebede resim, dua edenler bir şey istediğinde –çünkü dua eden olmadan karşılık veren diye nitelenmez-, Hakta duaya karşılık verme özelliğinin gözükmesidir. Dua karşılık vermeyi gerektirince, karşılık vermek, karşılık verendeki bir etki olmuştur. İşte  bu (da) Haktaki ‘resim’dir.’

Sureti ve resmi yukarıda zikrettiğimiz diğer kelime ve kavramlarla birlikte düşündüğümüzde Hüsn ü Aşk’ın aynı zamanda onu temsil tahtında kendisine mahsus bir zihniyet ve kültürün içinde durduğunu, dolayısıyla onu anlayarak okuyabilmenin öncelikle hak ettiği dille ve onun yeni bir dilin (düşünme ve tanımlamanın) imkanına dönüştürülebilmesiyle mümkün olabileceğini idrak etmemiz gerekir.

Bu aynı zamanda Hüsn ü Aşk’ı Şeyh Galib’e düşündüren düşünceyi öğrenmek babında düşünmeyi düşünmeye talip olmaktır. Kelime, isimlendirme, tanımlama, kavramlaştırma... ise bunun zorunlu araçlardır ve bizler bu araçları zihniyetimizin süzgeçleri olarak kullanmak suretiyle o süzgeçten süzdüklerimizi kültür adıyla benimser ve çevremizde hakim kılarız.

Bu bağlamda konunun kısaca ‘gerçeğine’ işaret etmeye çalıştım. İşin hakikatini de öğrenebilmek için İhsan Fazlıoğlu’nun teklifine sarılıp sarılmamak ise size kalmıştır.

twitter.com/OmerLekesiz

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.