Menu
LUMİNOL
Öykü • LUMİNOL

LUMİNOL

Tüm rafine zevklerim birer hatıra şimdi. Fildişinden pipom, özenle saklayıp her gün tozunu aldığım plaklarım ve yalnızca yeter miktar parayı gözden çıkartabilenlerin duvarlarını süsleyen seçmece tablolarım... Beyaz sayfaları uzun ve ince metal çubuklarıyla geceler boyu hırpaladığım, işaret parmaklarımın uçlarını nasır bağlatan baba yadigarı daktilomu da unutmamalıyım. Luminolü saymazsak artık bir hatırlayıcısı olmayan geçmişimi oluşturan yapboz parçalarının bir daha birleştirilebileceğini sanmıyorum. Gerçeği ortaya çıkartması için yalnızca ona güvenebilirim artık.

Sesimi duyamadıklarını anlayalı henüz bir kaç saat oldu. Ne tuhaf... Buna bu kadar kolay alışabileceğimi hiç düşünmezdim. Aynı karabasanın gelip göğsüme oturduğu kimi geceler var gücümle çığlık atmak ister, sesimi kimselere duyuramazdım. Uyanıp bir kâbusun içinde olduğumu anladığımda telaşla öksürür, sesimin çıkıyor olmasına şükrederdim. Korkacak bir şey olmadığını ancak şimdi anlayabiliyorum. Sesimi kimseye duyuramasam da çevredeki sesleri halen işitebiliyorum. Telsizlerin birbirlerine karışan anons öncesi melodilerini, polis memurlarının aralarında fısıldayıp gülüştüklerini ve hatta loş salonumun duvarında parıldayan mavi luminolün kimsenin duyamadığı o uğuldayan sesini bile duyabiliyorum şimdi.

Televizyonu kapatmayı kimse akıl etmemiş. Belki de Olay Yeri İnceleme Ekibi gelene kadar hiçbir şeye el sürülmemesi emredilmiştir memurlara. Pikaba da dokunulmamış. St.Petersburg Radyo Senfoni Orkestrası'nın çaldığı Allegro Non Molto'nun notaları yankılanıyor halen salonun duvarlarında. Kemanların anlam verdiği eserin adı gibi artık pek de neşeli olmayan evimin orta yerine düşüyor devriye aracının durmadan yanıp sönen mavi ve kırmızı ışıkları. Havuzun şavkı ahşap tavana vuruyor. İster istemez bir şarkıyı anımsıyorum, havuzdaki melekten ve camdaki örümcekten bahseden. Beklenmedik bir yaz yağmurunun tavana gömülü pencerede oluşturduğu aksak bir ritim "Konuşabilmeyi İsterdim..." diyen Sesler şarkısını anımsamamın nedeni. Ayna'yı da anımsıyorum sonra. Evet, o da aynama uzun bir süre baktı çünkü. Dahası, işimi bitirdikten sonra televizyonumun karşısında bir filmi baştan sona izledi. Bu sahneyi görene kadar romanlarımdaki katillerin soğukkanlı olduğuna inanırdım. İnsan dünyadaki günleri tükenince bile yeni bir şeyler öğrenebiliyormuş demek ki. Aynada kendisiyle ne hakkında konuştuğunu, yanındaki büyük tuvalin yüzeyine dokunup figürlerin üzerlerinde parmaklarını neden uzun uzun gezdirdiğini bilmiyorum. Aynayla konuşurken sadece -yazar tıkanması- dediğini duyabildiğimi anımsıyorum. Denizler içinde denizi bilmeyen ben zamanla birer yabancıya dönüşen eski dostlarla yaşadıklarımı hatırlarken odadaki yüzlerde çözümün gururunu okumaya başlıyorum.

Henüz bu sabah kenarından tutuşturup ancak yarısına kadar yakabildiğim, şizofrenliğimi belgeleyen raporlarım ve luminol taramasının sonucuyla eşleşen parmak izlerimle birlikte üzerine -intihar- notunu düşeceklerini hiç düşünmediğim bir sayfa ile baş başa kalıyorum.

Artık gitmeliyim.

Diğer Yazıları