Menu
ASKER KINASI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ASKER KINASI

ASKER KINASI

Giderken uzun uzun baktım arkandan.

Senin dönüp bakmanı, gözlerinde yakaladığım ama son zamanlarda iyice yoğunlaşan hüznü bir kez daha görmek istedim.

Oysa sen her zaman ki gibi arkana dönüp bakmayacaktın. Yine de bekledim...

Gidiyordun. Benden uzaklaştıkça, boğulacak gibi oluyordum. Sen artık gidiyordun, yer kayıyor, her şey bulanıklaşıyordu sanki..

O gece seni daha yakından gördüm. Hiç seni tanımamış gibi, hiç bilmemiş gibi, ilk defa görüyor gibi uzun uzun baktım gözlerine. Bu cüretime ben de şaşırırken, senin o kadar da güzel olmadığını neden sonra anladım. Ama bir farklılık vardı yüzünde. Şimdiye kadar hiçbir kimsede görmediğim bir farklılık. Hüznü ve sevinci aynı anda yüzünde taşımandı seni diğerlerinden farlı kılan belki de...

Gözlerinin kara iklimlerinde kendimi aradım. Delen bakışlarımda arsız bir cesaret yükü, tüm toyluğumla uzun uzun baktım gözlerine...

Al yanakların adeta kızıla kesti, kara bakışların yine o anlaşılmaz hüznün gölgeliklerindeydi.

Başını öne eğdin hep... Büyükler vardı, sen benim kadar cesur değildin oysa...

O gece, uzun uzun yalvaran ve teslimiyet isteyen bakışlarla baktım sana...

Derin kuyulara yuvarlandığımı bile bile...

Kalbimde kor yangınlar, bir bakış bekledim, bir işaret...

Koyu bir karanlık sarıyor geceleri her yanımı. Gözlerin o karanlığa akıyor. Terlemeler, sayıklamalarla uyanıyorum... Müjdeli bir haber bekler gibi acıtan, batan yastığa terli başımı gömüp, sana dair rüyalara dalmak ümidiyle uyumaya çabalıyorum.

Dayım amcamlara günlerce gidip geldi. Bu gidip gelmelerin sonunda nihayet istediğim karar

çıkmıştı. En son uğradığımda beni uğurlamak için hole doğru gelmiştin hani ürkek adımlarla. “Seni isteteceğim” dedim. Koyu kara gözlerine teslimiyetin ışıltısı yansımıştı sanki. Bana teslim olmuştun. Benim olmuştun sanki...

Ayaza doğru çıktığımda, yüreğim, ellerim, alev alev yanıyordu...

...

Asker kınası yaktılar ellerime.

..Fidan, senin ellerine de kınalar yakacaklar ben dönünce. Gelin olacaksın. Benim olacaksın...

...

Yavrum... Bu günleri de görecektik demek. Sen gideceksin. Gideceksin gitmesine de. Sen nerelere gideceksin bir bilebilsem. Vatan borcu.. Ne zaman bir oyuncak tabanca alsa baban, elinden aldım... Şimdi makinalı tüfekleri kuşanıp, kurşunlar mı sıkacaksın? Aslanım, yiğidim, asker olmuş da gidiyor... Geceleri sen uyurken uzun uzun seni seyrediyorum. Küçükken de böyle yapardım. Gece lambasının loş aydınlığında, kara kaşların, devrilmiş kara kirpilerin, tombul yanaklarınla nasılda severdim seni... Büyüdün. Büyüdün mü acaba? Yüreğinde sevdanla öylece gidiyorsun demek. Sevdiğin yemekleri yapıyorum. Hakkari’ye gideceğini duyduktan sonra,içimde bir şeyler parçalandı, koptu gitti bir şeyler... Bir suskunluk kapladı her yanı. Yemek de yemez oldun... İştahımız tümden gitti... Tüm ev halkı uykuya yattığında mutfaktaki televizyondan gece haberlerini izledim bazen sabahlara kadar.



“ Ceylan Belgin, annesinin hain saldırıda canlı bombanın üzerine atlayarak büyük bir faciayı önlediğini aktardı. Kardeşi Hazal’a kıyafet almak için mağazaları gezdiklerini ifade eden Ceyda Belgin, “Annem şehit oldu, ben de şehit kızı olduğum için seviniyorum. Annem belki 50 kişinin hayatını kurtardı...”



Uykusuz kan çanağı gözlerime yansıyan şehit haberlerinin arasına düşen bu görüntüler... Ah bu haberler... Bu çaresiz anneler... Feryat eden anneler, babalarının fotoğraflarını güçlükle taşıyan boynu bükük çocuklar... Rahmetli ebem,” Bizim soyumuz Erzurum’dan gelmedir oğul, yıllarca koyun koyuna yaşadık bu topraklarda... Ayrımız gayrımız olmadı... Kardeştik, dosttuk...” diye anlatırdı...

Kardeşliğimize, dostluğumuz kan damladı oğul... Şimdi benim yüreğim yangın yeri... Aynı cephelerde hani beraber mermi sıktığımız zamanlar... Şimdi birbirimize dönmüş namlular... Kâbuslarla uyanıyorum. Bu uzun gecenin sabahını bekliyorum. Bitmeyen gecelerde, senin tabutun uzanıyor gecenin koynuna al bayrağa sarılı. Fidan’ın saçları dağınık, gözlerinden kanlar akıyor, elleri kana bulanıyor senin başında ağlarken... Uyanıyorum ama hala yüreğime düşen kara gözlerin, endamın, mahzun duruşunla uykulara dalma arzusu içindeyim.

Melek Teyze olur olmadık zamanlarda gelirdi. Bu aralar gelmeleri daha bir arttı. Yüreğimdeki yangınlara bir de onun ağıtları eklenince, ne yapacağımı şaşırdım. “ Yiğidim gitti... Gitti yiğidim... Bu gün şehitliğe uğradık... Geçen gün mezarının başına diktiğim söğüt ağacını suladık... Civanım gideli, şehit olalı tam on yıl oldu Hayriye. Seneler nasıl da çabuk geçti anlayamadık. Gitti yiğidim Hayriye... Gitti...”

Gece haberleri yetmezmiş gibi, gazeteleri toplarken her manşet, bir hançer saplıyor sanki yüreğime..

a“ Okulu kana bulamak isteyen teröristin bomba elinde patladı...”



“ Çukurca’ da 8 ayrı noktaya yönelik terörist saldırıda 24 şehidin verilmesine ilişkin idari  tahkikat sürüyor.”

...

Dağların eteklerinde, ıssız, kimsesiz, sahipsiz kalmış bunca insan ağıtlar yakıyor sanki asırlar süren... Bir kabus bu... Bu kabus bitsin istiyorum. Ah anaların yürekleri, kanayan, dağlanan yürekleri... Sıra sıra dizili bu yavrular ölümün kollarına giderken ne hayaller kurmuşlardı. Yüreği acının iklimlerinde en hazini kuşanan bu analar yavrularının körpe yanaklarını öperken, onları, dağlara doğru gönderirken, geçim sıkıntısını bu körpe bedenlere yüklemenin mahzunluğunu yaşıyorlardı belki de...



“ Komisyon üyeleri, olayda hayatını kaybeden 34 vatandaşın mezarını da ziyaret etti. Acılı aileler: “ Bu vahim olayın failleri tespit edilip cezalandırılıncaya kadar,devletin tazminat taleplerini reddeceğimizi bilmenizi isteriz.Faillerin tespit edilip…”



Onca soru beynimin ücralarında, beni deli ediyor... Bu sorular cevaplanır mı?...Bu akan kan diner mi Allahım...Yavrum döner mi? Ne düşüneceğimi şaşırdım. Ebemin griye çalan mavi gözleri, elindeki dövmesi geliyor aklıma...  “ Ah oğul beni on dört yaşında dedene verdiklerinde ben daha Türkçe konuşamıyordum... Alıştım sonra... Dilimiz, dinimiz, topraklarımız... Ah oğul hepsi birdir gayrı, gönüller bir olsun... Biz koyun koyuna yıllarca bu topraklarda ömür sürdük...”

Bu bir kâbus diyorum. Uzun kara bir kabus... Bitsin diye yalvarıyorum... Bekliyorum... Dualar ediyorum...





Kokular geliyor burnuma, yanık et, barut, yağmur sonrası taze toprak kokusu...

Çukurlar açılıyor... Çukurlara insanlar yuvarlanıyor...

Ben de geceler boyu o insanlarla beraber yuvarlanıyorum. Ellerim yapış yapış kan oluyor... Ayaklarımı kaldıramıyorum...

Saçlarım hep yağlı, üstümdeki asker kaputu hep kirli, botlarım çok ağır...

Ağır yükler omuzlarımda…  Sonra Mehmet geliyor yanıma, çamura gömülmüş botlarımın üzerinde, köpüklü kusmuğu görünce,” Yürü diyor, yüzünü yıkayalım, botlarını temizleyelim. Birazdan dağa çıkacağız...”



...



a







Ellerindeki kına soldukça, yüzü geldi gözlerinin önüne, gülüşü, duru teslim bakışları... Geceleri yıldızlar yanıp sönerken, kimse görmeden, gizli gizli kaputun cebindeki resme baktı.Yine aynı yere itina ile yerleştirdi...Küçücük bir dünyası vardı oysa...Buraya gelince büyüdü mü yoksa.. Bu acılar büyüttü mü yüreğini... Ekmeğin fiyatı kaç liradır... Bakkalı açmış mıdır babası. Gazetelerde yine cinayet,  şehit haberleri var mıdır?

Kusmak istemiyor artık. Boğazı yırtılıyor. Doruklarında karların konakladığı dağlara bakıyor... O dağların arkalarında yârini düşünüyor. Gözlerinin mavisi, puslu bir griliğe dönmüş, hep ağlamaklı bakan anasını...  Kasketinin gölgelediği küçücük gözleriyle, beyaz sakalları yüzünün kızıllığını bir türlü gizleyemeyen suskun babasını... Çocukluğunun bitimsiz oyunlarının mekânı, toprak yolları... Yosun ve tuz kokan kasabayı, kasabının ışıklı sakin caddelerini... Akşam ayazlarında, arkadaşlarıyla toplandıkları Aydınlar Kahvehanesini...

...

Asker kınası yaktılar ellerime... Senin ellerine de kınalar yakacaklar ben dönünce. Gelin olacaksın. Benim olacaksın...

“Beni geçirirken beyazlar giy diye boşuna söylemiyorum. Gidip de dönmemek var, gelip de bulmamak. Beyazlar giy yarim. Öyle boynu bükük beyaz bir sümbül gibi bak arkamdan...”





(Hece Öykü, s.51, Haziran-Temmuz-Ağustos, 2012)

SELVİGÜL

1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.

Daha fazla görüntüle