Menu
SOMA: BİR YETİM YÜREĞİ YA DA BİR BÜYÜK DERİN BOŞLUK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • SOMA: BİR YETİM YÜREĞİ YA DA BİR BÜYÜK DERİN BOŞLUK

SOMA: BİR YETİM YÜREĞİ YA DA BİR BÜYÜK DERİN BOŞLUK

Köyümüzün girişindeki geniş gövdeli armut ağacının dibindeyim. Yaz sıcaklarıyla yapış yapış olmuş saçlarımı yayladan gelen esinti savuruyor. Bu savrulmayla beraber köyün en büyük toprak yoluna doğru koşan mahşeri bir kalabalığın ortasında buluyorum kendimi.  Çıplak ayaklarım ürperiyor toz bulutuyla. Gözlerim ıslanır gibi oluyor. Sarı duman bulutu gibi havaya kalkan toprak yolun tozları birden yaşaran gözlerime doluyor. Yıpranmış kol yenimle gözlerimi kapatıyorum, kalabalık köyün girişine doğru koşuyor. Konvoy halinde arabalar arka arkaya köye girerken siren ve korno sesleri... En öndeki arabada kırmızı bayrağa sarılı bir tabut sarı bulutun içinden akıp geliyor yolun kalabalığına doğru. Kırmızı bayrak esen rüzgârla kanatlanmış bir güvercin gibi uçuyor. Bu uçuşa doğru bakarken kızaran gözlerimle koşan insanlara, feryat eden ağlayan kalabalığa doğru gitmek istiyorum ama gidemiyorum. Bayrak, arka arkaya gelen siren çığlıkları, araba kornoları, insan ağlamaları hepsi toz bulutunun içinde kalıyor. Ben geniş gövdeli armut ağacının dibindeyim hala. Ellerim, çıplak ayaklarım üşüyor sanki. Yanıma neden birisi gelmiyor, neden bu kadar yalnızın bilmiyorum. Yetimliğimin ilk anlarını böyle yaşadım. Babamın tabutu yeldir yeldir uçan al bayrağa sarılı köye doğru girerken ben ağlayamayacak, yetimliğimi anlayamayacak bir yaşta idim.

Soma faciası bizi derinden yaraladı. Yetim çocukların çığlıkları ekranlardan eviçlerimize doğru akarken, yüreklerimize öylece çöreklendi. Ama ateş düştüğü yeri yakar. Dul kalmış, mahzun coğrafyamızın temiz kadın yüzleri acının derin duraklarında ağıtlar yakarken, içimiz parçalansa da; ekranın düğmesini kapattığımızda çocuklarımızla, eşimizle, yediğimiz içtiğimizle, evimizin konforuyla başbaşa kaldık. Onlar nasıl acılarıyla, yokluklarıyla başbaşa kaldılarsa bizlerde kendi varsıllarımızla öylece yaşamaya devam ediyoruz. En çok yetimler yakıyor yürekleri. Yıllar var hala içimdeki o derin, dipsiz boşluk dolmadı. Yıllar var asırlık armut ağacının dibindeki, çatlak esmer elleriyle kızaran gözlerini ovuşturarak başına gelmiş olan felaketin acısını duyumsayan o küçük kız çocuğunun yüreği çarpıyor bedenimde. Babasızlık böyle bir şey. Büyük derin bir boşluk. Dolmak bilmeyen, hiçbir sevincin, hiçbir varlığın, coşkun anın, insanın, dolduramadığı  bir yokluk. Dünya gurbetinde bir yetim için dağlar gibi, güçlü kuvvetli hep saran bir babanın olmaması eminim en büyük yokluktur. Ben bu yokluğu yıllardır içimde taşıdığım için o yetimlerin ekrana düşmüş mahzun gözlerine bakamadım.

somaEfendimizin de bir yetim olarak dünyaya gözlerini açması yıllar sonra ruhumu teskin için yetmedi. Hep saran kuşatan bir babanın hasreti çöreklendi içime. Baba umut demekti. Baba aşk, baba akşam sevinci, sımsıcak ekmek, nane sakızı, boncuklu kolye, üstten bakarak seven ama korkutan kara bakışlar, bir çift rugan kırmızı ayakkabı… Sonra baba yokluk demekti, gitmek, ayrılık, hasret hep hasret. Anamın babasız günlerime en güzel armağanıydı belki de bitimsiz şefkati, kuşatan saran sevgisi. Ah anacığım karlarla kaplı yollara, uçsuz bucaksız dağlara, köy çeşmelerinin gürül gürül akan pınarlarına kendini vuran anacığım. Yıllarca eş hasretiyle köyün toprak yollarında, tarlalarda, bostanlarda, tırpan elinde hem ana hem baba olan anacığım. Karla kaplı yollara erkek elbiseleri giyerek kış odunlarını taşıyan anacığım… Babasızlık biraz da anadan da yoksunluk demekti. Elleri ekmek aş kokan, türül türül saçlarında taze çiçek kokularıyla eviçlerinde nazenin dolaşan bir kadın olmadı hiç anam. Hep güçlü, hep öyle bize hem ana hep baba oldu.

Katran karası yolların yolcusuydu onlar. Bu coğrafya da gördük ki eşitlik, adalet, mutluluk, huzur herkese ait değil. Şimdi analar yurdu Anadolu’nun bir bölgesinde yetim çocuk çığlıkları yükseliyor. Kömür karası yüzleriyle gözleri gülen babalarının yolların her daim gözleyen çocuklar var. Onlar şimdi topraklara belenmiş yiğit, çökmüş, garip, incecik bedenleriyle ekmek aş derdiyle derin kuyulara inen babalarını bekliyorlar. Elleri serin toprakların soğukluğunda, gözyaşları ıslatıyor her daim taze kabir topraklarını.

Katran karası yolların yolcusu iken düştüler yollara. Derin uzun kuyulara inerken her gün ölüme yürür gibi yürüdüler maişet duraklarına. Selelere koydukları sabun kokulu elbiselerine eşlerinin, çocuklarının kokusu karıştı belki. Buz soğuğu duşlarda, kırık lavabolarda abdest alıp secdelere varırken, evlerindeki soba üstlerinde kaynayan kuşburnu ve ıhlamur kokusundaydı yürekleri…

Acılar bizi terbiye ediyor. Sonra acılar bizi cem ediyor. Ahir zaman ümmeti olmanın derin sızılarıyla boğuşurken, cennet vatanımızda esen sert rüzgarlar tarumar ediyor garip yuvalarını. Kapitalizmin keskin dişlilerinden, tüketimin kuşatan adaletsizliğinden bir türlü sıyrılamıyoruz. Uçurumlardaki gelir dağılımıyla eşitliksiz, adaletsiz yaşantıları soluklanırken, sorgusuz sualsiz kulluk etme telaşındayız. Bir bozgunun ortasında oysa darmadağınık günleri kucaklarken yetim gözleri akıyor mutluluk kuşanmış her anımıza. Lokmalar boğazımıza dizilirken, ağlarken ve umut ederken sorgulamalarla başbaşayız…

Kaderin üstünde bir kader vardır.” Diyor ya şair.  Kadere yüklenip hep bir kaçış yolu arıyoruz. Oysa inançsız, Allah’a ait değerleri hiçe sayan Batı’ya baktığımızda dikkatli, titiz ve sorumluluğunu kuşanmış bireyleri görüyoruz. Kadere yüklendiğimizde, müreffeh batı duraklarında soluklanırken bir şeyler düğümleniyor içimize. Kan gölüne dönen Ortadoğu geliyor aklımıza. Depremlerle, sellerle sonra, Soma gibi elim kazalarla yok olan insanımızı düşünüyoruz. Düşünüyoruz ve sadece ağlıyoruz halimize. Köklü bir medeniyetin çocukları olarak cennet vatanımızda daha müreffeh, insanca, erdemlice yaşamanın yollarını ararken tüketimin, kapitalizmin acımasız ezici çarklarında öğütüldüğümüzü görmek her yitip giden vatan evladının arkasından derin ağıtlara dönüşüyor…

Soma faciası, baharın delişmen sevinciyle içimize doğru yürüyen umut günlerini kana buladı. Soma’lı her yetim evimizin köşesinden bizlere yad yad bakan bir şahit gibi her an. Sorumluluk bilincini kuşanmış, hak ve adalet yolunda, sapmadan yılmadan yürüyen yöneticiler, denetçiler, mühendisler arıyor gözlerimiz. Hak ve adalet yolunda; sapmadan her anlamda öncü olan Muhammed Mustafa(s.a.v) efendimizin yolunda olma bilinciyle onun iş ahlakını örnek alan yöneticiler işverenler arıyor gözlerimiz.

Ücretliye, işçiye hakkını teri kurumadan önce verin.” Diye buyuran hakkı ve adaleti gözeten efendimizin izinde olmak neleri gerektirir. Dipsiz derin güvenliksiz kömür madenlerinin güvenli bir hal almasını gerektirir. İnsanca, yaptığı işin huzurunu yaşarken güvenli bir ortamda bulunan işçilerin yüreklerindeki huzuru yaşatmayı gerektirir. Alnının teri kurumadan onların adaletsizce, sömürülmeden, bedenlerinin terinin her damlasını hak eden bu yiğit temiz Anadolu insanına sonuna kadar haklarının verilmesini gerektirir. Tüm çalışanların insanca çalışıp, haklarını sonuna kadar alarak güvenliğinin sağlanmasını gerektirir. Ve sonra Allah’a dönüp yalvarmak,  derin kuyulara tevekkülle inmek vardır. Bir meçhule gider gibi, bir zenginin akşam sofrasına denk maaşlarını almak için derin ölüm zindanlarına maişet için inen güzel yürekli teslim yiğitler… Onlar gittiler… Geride gözü yaşlı eşlerini, analarını, babaların ve yetim çocuklarını bıraktılar. İbretler alma zamanlarındayız. Geriye kalan ailelere, temiz ve müreffeh bir hayat sunmak babalarının acılarının gölgesinde kolay olmaz elbet. Ama bu garip kalmış aileleri sarıp kuşatarak emaneti teslim alma zamanlarındayız. Bundan da öte, tüm yaşananlardan ibretler alarak, güvenli, adaletli, insanca çalışma alanlarının olduğu ortamları bir an önce oluşturmamız gerekiyor. Yoksa hep yetimler ağlayacak. Yoksa o büyük derin boşluk hiç dolmayacak.

Soma’da Hakka yürüyen güzel insanlara Rahmet dilerken, geride kalanlara Rabbim sabırlar versin diyorum…

(22 Mayıs 2014)

SELVİGÜL

1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.

Daha fazla görüntüle