Menu
DOKUZ
Öykü • DOKUZ

DOKUZ

Adam ölmüştü. Bu düşünce sarmıştı zihnini. Ellerini toprağa değdirdiğinde, yakıcı bir sıcakla karşılaştı. Etrafına baktı önce. Görebildiği, toz duman arasında birkaç büyük kaya parçasıydı. Zorlukla seçilebilen kıllar gördü biraz ilerisinde; kocaman bir kayanın altından uzanmışlardı. Yutkunmaya çalıştı, yapamadı. Oksijen azlığı izin vermiyordu ona. Gözlerini zorladı, nefesindense. Başının hemen üzerinde, doğal olmayan bir eğimle kendisine gülümseyen bir kaya vardı. Biraz hareket etse altında daha fazla sıkışacaktı. Daha uzağı görmeye çalıştığında ise, sonuç hep aynıydı; delirtici karanlık. Ölmüş müydü, yoksa çıldırıyor muydu ayırdına varamadı. Zaman kavramındansa bahsedilemezdi bile. Üzerindeki kayanın kılını bile oynatmadan sıyrıldı altından. Elleriyle yoklamaya başladı etrafını. İki tarafındaki duvar, boylu boyunca uzanıyordu. Kendisini tavşan deliğinde hissetti. En sonda, korkak bir ışık gördü. Işığa yürüdü. Zorlukla hareket ediyordu. Eliyle yüzüne dokunmaksa, şu an için fazla cesaret işiydi. Yürürken düşündü. Bu denli keskin bir sıcak, tek şey olabilirdi; cehennemdeydi.

Çok iyi bir adam olmamıştı hiç bir zaman ama cehennem mi ? Bu kadarını da beklemiyordu. Otobüste yer verdiği teyze sayılmamış mıydı acaba ? Evet, öyle olmalıydı.

Yolun sonuna ulaştığında titrek ışığa elini uzattı. Eli içinden geçmedi. Alıp etrafı görmeye çalıştı. Kaynar kazanlar yoktu. Dokuz farklı yerde, o şekle girmesi imkansız, dokuz beden gördü. Dokuzun milyon katı acı sardı tüm benliğini. Gördüklerinin şokundan mı, yoksa yürürken daha da azalan oksijenden mi olduğunu kestiremedi.

Burada olmayı hak edecek ne yaptığını düşündü. Sonra aklına oğlu geldi. Ya da kızı. Ya da hiç çocuğunun olmayışı. Evli olup olmadığı konusunda bile net bir fikri yoktu. Düşünme yetisini kaybetmeye başlıyordu belki. Sonra, bundan çok daha korkunç bir gerçekle yüzleşti; ne yapacağını bilmiyordu. Etrafında korku filmi setini andıran nesneler, karanlık ve sıcak vardı. Korkuyla yere oturdu. Elindeki ışık sönmek üzere olduğunu anlatmaya çalışırcasına kesik kesik yanıyordu. Otobüse binmeden önceki son sigarayı içine çeker gibi, ne kadar alabiliyorsa o kadar derin bir nefes aldı. Sonrası beyaz… Çarşafları yeni yıkamış olmalıydı kadın. Uykudan uyanmış gibi değil de, Muhammed Ali’nin elini havaya kaldıran hakeme yerden bakıyor gibi hissediyordu kendini. Zoraki yataktan kalktı.  Alelacele hazırlanan ve yalnız bırakılan kahvaltı sofrasına baktı. İstem dışı masanın kenarındaki gazeteye uzandı.

Manşette, yetmiş iki puntoyla “Maden ocağında facia” yazıyordu. “Dün gece dokuz maden işçisi can verdi”. Masaya dokunmadan çayını aldı eline, pencereye doğru yürüdü. Eliyle yüzüne dokunmaksa, hala fazla cesaret işiydi.

Rüyayla gerçek arasında sıkışıp kalmıştı. Dokuz yıldır aynı tarihli gazetenin, aynı masanın köşesine sıkışıp kalması gibi… Dokuz arkadaşını düşündü. Çayını içti.