Menu
AYRILIK KOKUSU
Öykü • AYRILIK KOKUSU

AYRILIK KOKUSU

Şimdi, evet ne yazık ki şimdi ağlıyordu yorganı kafasına çekerek usulca. Bir çiçek üşümesi ve kapanması içine çiçeğin... Yapayalnız bulması insanın kendisini birden, ne korkunçtur kalabalıkta. Sonra karanlıkta ve aydınlıkta da kovamamak yalnızlığı ne kötü… O senin pencerenden bakamadı hiç hayata. Oradan daha güzeldi, daha gerçekti, daha aydınlıktı, daha vefalıydı daha şefkatliydi hayat ve daha sonsuz ve serin…

Sen onun penceresinden bakınca hayata, gördüğün yalana tahammül edemeden düştün ayrılık yollarına. Tam da kırılma noktasıydı ve kırıldı hayatlarınız. Tam ortasından ikiye ayrıldı, solukları keser gibi, bir daha bütünleşemez gibi, bir daha tamir olunamaz, yama tutmaz gibi. Havada paslı demir kokusu, renklerden fosforlu yeşildi dünya. İnsanın içini bayan, midesini bulandıran, gözünü kamaştırıp göz kapağının inmesine neden olan fosforlu yeşil… Ve neyin tadına baksan o paslı demir kokusu anımsandı uzun zaman.

Şimdi ağlıyor, bir bebeğin ağlayıp ağlamamakta kararsız kalan mızıltılı sesi gibi yorganın kıvrımlarından sızıyor sesi: Dalgalı.

Huzur aynadan belli oluyor. Çilli bir atın üstündesin, sarı bir haziran ayı, yanında o. “Ata binmek istiyorum,” dediğinde mutlusun bayram çocukları gibi. Roman delikanlı çekiyor atı önde, kavruk yüzüyle. Sen mutlusun en güzel balonu eline almış çocuklar gibi. Gözünü kapatıyorsun bu anı saklayabilmek için, sonradan bir hıçkırıkla anımsanmak üzere kaydediyorsun. Havada terli at kokusu sararmış buğday kokusuna karışıyor, renklerden sıcak sarı. Hafif mızıltılısın, mutlusun.

Yükselince mızıltılı ağlama sesi, bir kar fırtınası gibi yankılanıyor içinde “Teleferiğe binelim mi?” sorusunun içinde açan çiçekti yüzün, yanındaydı o. Yükselmiştin. Bembeyaz yeryüzü, yemyeşil çamlar uzanıyor göğe doğru. Öylesine mutlusun ki dudakların hiç kapanmıyor, hep anlatıyorsun elmaşekeri yiyen çocukların muzip gülümsemesiyle her yer kırmızı, her yerde elma ferahlığında şeker kokusu. Korkuyorsun mutluluktan ve bembeyaz yeryüzünün karlar eriyince bir gün kararmasından ve kapatıp gözlerini içine çekiyorsun kar kokusunu.

Sonra yükseliyor hıçkırıkları daha içten. Suyu kalmamış bir kuyudan bomboş yükselen kovanın gıcırtısında duyuyorsun o müziği ve kovanın parlayan yüzünde solgunlaşıyor gençliğin. Gri bir Kasım, yağmur yağarken sokağa koşuşun ölüme gider gibi. Havada ağır bir kanalizasyon kokusu, renklerden kirli gri ve ağlıyorsun sesini duyarak, duydukça kendine acıyarak hep öyle.

Yorgan kıvrımları daha hareketli ve titrek. Bir ağlama sesi ürpertici bir müzik halinde yayılıyor odaya. Ürperiyor her zerren ve sen de göç ediyorsun sanki bir kırlangıcın yorgun kanadında. Düştü düşecek. Dilin çok acıyor, o yüzden konuşamıyorsun.

Beyaz duaların vardı senin. Havada bir ölüm kokusu, aylardan Şubat, baharın gelip gelmeyeceği belirsiz ve renk yok, her şey renksiz, saydam. Sen ağlıyorsun yorgun kırlangıç kanadında annenin nefesiyle uçuyorsun, beyaz dualara doğru ağlıyorsun bağırarak. Bu anı unutamıyorsun.

Yorgan hafifçe havalanıyor, kırlangıcın rüzgârını duyuyorsun. Fonda onun sesi. Ağlamak dinginleştirmiştir ruhunu, kötü kokular çekilip gitti, renklendi her bir çiçekte. Artık, kuyunun dibindeki son damlalardan içebilmiştir kırlangıç suyunu. Daha güçlü uçabilmektedir gökyüzüne. Yağmur dinmiş, toprak kokusu yayılmıştır yeşilin huzurlu tonlarına. Ve ellerini uzatır.

Onun için ellerin cebinde, kapalı gözlerin ve susan yüreğinle bembeyaz bir “hayır“ çağıltısı gönderirsin kırlangıç kanadında. Artık elinde gökkuşağı, dualı yağmurların muhteşem müziğinde yine tek başına ama bu kez bir huzur yolculuğuna çıkarsın. Her yerde bahar kokusu…

Diğer Yazıları